NE OLDU AMERİKA’DA: 2024 BAŞKANLIK SEÇİMLERİ, TRUMP, HARRIS VE ANLAMAK
Dünyanın gözü ABD’ydi geçtiğimiz hafta. Pek tabii benim de. Amerika, 47’inci Başkanını seçmek için sandığa gitti 5 Kasım’da. Amerikan siyasetini seçimden seçime değil, süreç içinde izlemeye çalışırım. İzlemeye ve ‘anlamaya’ çalışırım. Anlamak çabası, iddialı analizler, öndeyiler kadar popüler midir ? Bilmiyorum.
Lakin benim kavgam ‘anlamak çabası’ üzerine. Belki kimi betimlemeler bir de. Ötesi fazlaca iddialı bir gömlek, giymesi cesaret ister. Ve fakat dünyada ‘bir şeylerin olduğu’ kesin. Przeworski’nin deyişiyle ‘Eski ölüyor ve yeni henüz doğmadı.’ bir şeyler değişiyor ve bu değişen ‘anlama çabası’na muhtaç en çok.
Geleneksel siyasi ideolojiler, geleneksel olarak siyasi sistemde ve parlamentolarda etkin olan partiler seçmen yitiriyor, kamusal alan daralıyor, merkez siyasetin kapasitesi daralıyor ve kimilerinin aşırı-sağ, kimilerinin yeni-sağ, kimilerinin de radikal-sağ diyerek kavramsallaştırdığı bu çağın gerisine gömülmüş bir hortlak doğruluyor yerinden. Güçlü demokrasilerde dahi demokrasi sorgulanıyor, seçimler araçsallaşmayı aşıp amaçsallaşıyor ve sandığa indirgeniyor demokrasi.
Neler olduğunu söylemek, izah etmek bir zor mevzu. Neler olduğu çok-modlu bir yaklaşımla farklı alanların katkılarıyla zenginleşeceği bir zeminde anlaşılabilir -belki-. Ama bir şeylerin olduğunu söylemek gören gözün gerçeği. Demokrasiyi, siyasal sistemin rasyonel işleyişini ve özgür insanların özgür dünyasını, çok-kültürlü bir dünyayı konuşacaksak elbet. Göç olgusu mu ? Kapitalizmin yeni bir birikim krizi mi ? Siyasal sistemin, toplumdan gelen girdiyi anlamlandıramaması mı ? Tartışılmalı hepsi
Bunlar tartışılacak belki senelerce, göreceğiz. Bu girizgahı bu konuda fena halde dertlendiğim için yapmadım sadece tabii. Bu girizgah, bu olanlardan bağımsız okumayı güç buluyorum ABD’de geçen hafta olanları. Dünyada bu olan her neyse, ABD’deki yansımasını izledik geçen hafta-esasında evvelce başladı-; izleyeceğiz takip eden senelerde. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve güçlü kurumlar denince dilin ucunda biten ilk ülke belki ABD. Karavanaya da değil hani; tarihi ortada. İşte orada skandaldan skandala imza atan, yargılanıp suçlu bulunan, seçim sonuçlarını -neredeyse- tanımayan ve seçim sonuçlarını çeşitli yöntemlerle by-pass etmeye kalkan bir adam, Donald Trump yeniden seçildi.
Hem de tarihi ilklere imza atarak seçildi. Cleveland’dan bu yana -modern çağda- ardışık olmayan ikinci dönemini kazanan ilk Başkan olarak seçildi. Baba Bush’tan bu yana bir Cumhuriyetçi için en çok Seçiciler Kurulu Oyu kazanarak seçildi. Oğul Bush’tan bu yana ilk kez popüler oyu kazanarak seçildi. Reagan’80 fırtınasından beri neredeyse hiçbir bölgede oy kaybetmeyen ilk Cumhuriyetçi olarak seçildi. ABD Siyasi tarihinde bir Cumhuriyetçi Parti adayı için en fazla oyu alarak seçildi. Peki ne oldu yahu ? Nasıl oldu bu ? Bunun için mütevazı değerlendirmeler yapmak isterim. Söyleyeceklerim var.
Öncelikle Donald Trump ve MAGA (Yeniden Muhteşem Amerika) hareketine dikkat kesilmek gerektiği kanaatindeyim. 2016 Seçimlerine giderken önseçim sürecinde bu hareket, Cumhuriyetçi Parti’de o dönem hakim olan merkez muhafazakar koalisyon için ciddiye alınmayacak bir hareketti. Öyle ki bugün MitchMcConnell’ın yerine Senato Çoğunluk Liderliğine aday olan John Thune, Trump’ın çekilip Pence’in aday olması gerektiğini dahi açıkça söyleyebiliyordu. Demokrat Parti tarafında da durum pek farklı değildi doğrusu. Hillary Clinton’ın seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu ve Donald Trump en zayıf halka olarak görülüyordu.
Lakin bir şey gözden kaçıyordu, gözden kaçan Obama’nın popülaritesini kaybediyor oluşuydu. ABD’de bir değişim yaşanıyordu zira. Geleneksel olarak güneyden kuzeye doğru özellikle de endüstrinin önemli bölümünü oluşturan pas kuşağına dönük olan iç-hareketlilik kuzeyden güneye doğru değişiyordu. Değişiyordu çünkü kapitalizmin büyük krizi Mortgage Krizi, ABD’de üretimin dışarıya yayılmasını beraberinde getiriyordu. Ekonomide durgunluk yaşanıyordu ve bu aynı zamanda ABD’nin endüstri kentlerinde işsizliği, hayat pahalılığını, enflasyonu beraberinde getiriyordu. Obama, dönemini popüler bir başkan olarak tamamladı tamamladı ancak özellikle orta-alt sosyoekonomik düzeydeki seçmen, mavi yakalı seçmen, üniversite mezunu olmayan beyaz seçmen; yaşamdaki somut pratikleri güçleşen seçmenler Demokrat Parti’den uzaklaşıyordu.
Donald Trump ve MAGA işte burada Demokrat Parti’nin ve Cumhuriyetçi Parti’nin merkez kanadının okumakta zorlandığı değişimi okuyabiliyordu. Hayat pahalılığı, konut fiyatlarındaki artış, düzensiz göç ve artan suç oranları ciddi bir meseleydi Trump’ın deyişiyle ‘unutulan Amerikalılar’ için. Ve pek tabii söylediğim üzere öyle zannediyorum ki Trump’ın bu yaptığı zor sorulara kolay cevaplar vermenin, kuru popülizmin ta kendisi. Ancak dünyada da bu veya buna benzer öykülerle yükselmedi mi bu aşırı-sağ dedikleri ? Donald Trump, bu değişimi okuyor ve bu değişimi doğru siyasi pazarlamayla destekliyordu. Merkez ve çevre arasındaki bölünme derinleşiyor, Demokrat Parti giderek çevrenin taleplerine dönük çıktı üretmekte güçlük çekiyordu.
Demokrat Parti’nin bu çıkmazı, Trump’ın ‘bataklığı kurutma’ söylemine temel teşkil ediyordu. Donald Trump yeni bir anlatı inşa ediyordu, bu anlatı aslında bakarsanız çelişkilere zincirliydi. Donald Trump, kırsalda ya da kent banliyölerinde kalan dar gelirli seçmenlerle kendisini bağdaştırıyordu -evet, milyarder Trump-. Bu anlatı, alışılagelmiş kimlik siyasetini de aşıyordu. Donald Trump, Clinton Demokratlarına da Obama Demokratlarına da -Clinton Demokratları ve Obama Demokratları, bir şemsiye olarak Reagan fırtınasının ardından Demokrat Parti’nin kendini yenilemesinde bürokrasi ve ekonomide görece liberal, sosyal konularda da merkez-ilerici yaklaşımları harmanlayan ‘Yeni Demokratlar’a oy vermen seçmenler olarakaçıklanabilir. Clinton Demokratları özellikle güneş kuşağı, Obama Demokratları özellikle pas kuşağında etkin olmuştur. Esasında Cumhuriyetçi Parti’ye oy verme eğilimi gösteren seçmenlerin konjonktürel olarak Demokrat Parti adaylarını desteklemesiyle ilgili bir meseledir- seslenebiliyordu. Bunlar yaşanırken Demokrat Parti’nin ‘elitleri’ giderek bu seçmenlerden uzaklaşıyordu.
Demokrat Parti, Connecticut Senatörü Chris Murphy’nin cesur özeleştirisiyle ‘Neo-liberalizmin, Amerikalıları karşı karşıya bıraktığı, fabrikaların boşaldığı, kentleri daralttığı ve insanları izole ettiği iklimle gerçekçi olarak yüzleşmiş değildi. Çalışanları, işçileri dinlemiyor; onlar adına karar veriyor ve kimlik siyasetinden öteye gidemiyordu’. Bu durum, Demokrat Parti’yi seçimin kaderini tayin edecek seçmenlerin reel gerçekliğinden kopuk bir konuma sürüklüyordu. Ve Donald Trump, MAGA’yla işte o seçmenlere ulaşıyor, dönüştürüyor, daha agresif ve daha yıkıcı hale getirirken toplumsal polarizasyona karşı Demokrat Parti siyaset geliştiremiyordu. İşte Donald Trump ve MAGA’nınsırrı buydu. Donald Trump alışılagelmemiş bir başkanlık yaptı 2017-21 arasında. Ekonomide olumlu emareler elde edilse de kadrosuyla ciddi sorunlar yaşadı, türbülanslar yaşadıkça merkezden daha da uzaklaştı, merkezden uzaklaştıkça partisini ve tabanını dönüştürdü, daha da aşırı olana. Bunlar yaşanırken sadakati öncelemeyi de hiç ihmal etmedi. Partisinin fiili lideri olarak kendisine sadık kimseleri önceleri fonlayarak, destekleyerek kritik konumlara seçtirdi. Bunun dozu giderek arttı. Artık Donald Trump’ın iradesinden bağımsız bir kampanya, bağımsız bir hamle Cumhuriyetçi Parti’de düşünülemez hale geldi.
Merkez bir cevap üretebildi bu olana 2020 seçimlerinde. 2020 Seçimlerine gelindiğinde Demokratların kampanyasının ana odağı Donald Trump’ı ‘durdurmak’ oldu. Bunu yapabilmek için 1972’den bu yana siyasette olan, gafları, dondurma tutkusuyla tanınan önceki Başkan Yardımcısı Joe Biden ‘kazanacak aday’ oluverdi. Biden, deneyimi, ABD’nin ruhu söylemi, merkez seçmenlerde kurduğu koalisyonla beraber Trump’ı ‘durdurmak’ için sahaya indi -ya da en azından o vakitlerde öyle bir reklamcılık uygulandı- Trump’ın giderek radikalleşmesi, COVID-19 ve MAGA hareketinin dozu kaçırmasıyla birlikte kıran kırana geçen bir seçimde Trump’ı burun farkıyla da olsa Biden’ı ABD’nin 46. Başkanı yaptı. Yaptı ama Biden – Harris Yönetimi, belki de ABD tarihinde toplumsal polarizasyonun en derinden hissedildiği dönemlerin birinde emaneti devraldı. İşi zordu, zordu zira hem salgının yaraları sarılmalıydı hem de tüm bunlar olurken ‘yeni bir öykü’ yazılmalıydı. Çünkü Trump mağlup edilmişti lakin Trumpizm tehlikesi geride kalmamıştı. Donald Trump, Beyaz Saray’ı terk ettikten sonra da alışılagelmemiş siyaset tarzını sürdürdü. Sürdürdü çünkü skandallarla dolu döneminin sonunda partisinin tabanındaki popülaritesi halen %70’lerin üzerinde ölçülüyordu. Cumhuriyetçi Parti Romney’nin ya da McCain’in partisi değildi artık. Parlamenter sistemde görebileceğimiz bir ana muhalefet lideri gibi davranarak, mitingler yaparak, mevziisini koruyarak, partideki tahakkümünü güçlendirerek çalıştı Trump.
Bunlar olurken Biden-Harris Yönetimi yeni bir paradigma inşa edemiyordu ve hatta kendisinden ‘uzaklaşmakta’ olan seçmenlere ulaşabilmek için yöntemler geliştiremiyordu. Esasında Clinton’ı, Obama’yı getiren anlatı ‘Yeni Demokrat’ olmak artık çalışmıyordu. Zira Demokrat Parti, neo-liberalizmin kronik sorunlarından kaynaklanan paradigmaya karşı yeni bir manevra yapmak yerine ‘elit’lerin ve piyasanın partisi görüntüsünü veriyordu. Gelir eşitsizliği derinleştikçe ‘Yeni Demokrat’lar piyasaya yöneliyor bir bakıma kendilerini kimliksizleştiriyor bir bakıma kendilerini kendi tabanlarından uzaklaştırıyordu. Bir devrin panzehiri artık zehir oluyordu anlayacağınız. Bunlara sosyo-kültürel konulardaki eksen değişimi de eklendiğinde, Demokrat Parti; Trump ve MAGA’nın Cumhuriyetçileri karşısında donuk, ruhsuz kalıyordu. Donald Trump, 15 Kasım 2022’de Mar-a Lago’daki konutunda -Cumhuriyetçi Parti’nin fiili merkezi konumuna gelmişti- 2’inci dönemine adaylığını ilan etti. O günden itibaren Donald Trump seçimin kaderini tayin edeceği öngörülen salıncak eyaletlerde önce Joe Biden’a daha sonra Kamala Harris’e daha sonra da herhangi bir Demokrat adaya karşı -Michelle Obama spekülasyonu hariç- ipi göğüslüyordu. Bir de buna Joe Biden’ın ikinci dönem ısrarı eklendi tabii. ABD’nin ruhu söylemi yerini işi bitirmeye bıraktı ancak bu süreçte Demokrat Parti’nin yeni lider adayları kendilerini palazlandıracak zemini elbet bulamadı. Münazara faciasının ardından peydah olan ‘Demokrat Panik’ de bundandı. Joe Biden, yarışı götüremeyecekti ve fakat önseçim yapacak bir vakit de yoktu. Kamala Harris’in adaylaşması da böyle oldu.
Kamala Harris kampanyası zannımca hayli talihsiz bir kampanyaydı. Hillary Clinton’ın 2016 kampanyasınınrenksiz bir uyarlaması tadını veriyordu. Clinton’16’dan farklı olarak öykü ve anlatı da ihtiva etmiyordu. Bir önseçim süreci yaşanamamış, kampanyanın kurgulanması için bir strateji geliştirilememiş, Kamala Harris bu yarış için yeterince hazırlanamamıştı. Ne olduğunuzu anlatmanın bir yolu da ne olmadığınızı anlatmaktır diye zannederim. İşte Donald Trump’ın kampanyası bunu başarabiliyordu. Kendi tabanına istediğini veriyor, onları mobilize edebiliyor ve ‘ne olmadığını’ anlatabiliyordu. Somut mesajlara dayanıyordu Trump’24. Sınır güvenliği, suç oranları, hayat pahalılığı, konut fiyatları, enflasyon, işsizlik. Michigan’da Trump ‘Küresel şirketlerden vergi almayacağım, fabrikalarını buraya kurmaları ve sizleri istihdam etmeleri karşılığında yapacağım bunu. Michigan’ı yeniden endüstrinin kalbi yapacağım.’ netliğini verebiliyordu.Sanıyorum Michigan’da Reagan’dan beri mavi yakalı seçmende tarihin en iyi performansını sergilemesi tesadüf değil. Macomb, Michigan bu yönüyle dikkate değer.Kamala Harris Philadelphia’da Hollywood yıldızlarıyla Trump destekçilerinin ne kadar korkunç olduğundan dem vururken, Donald Trump Schuylkill’de marketlerde ‘ Şu yumurta 4 sene önce mi daha ucuzdu şimdi mi ?’ sohbetlerindeydi çevrede kalan seçmenle. Pennsylvania’da Bucks, Monroe, Northampton ikincisini tercih etti zannediyorum. Donald Trump, Kamala Harris’in talihsiz kampanyası karşısında sınırlı seçmen grupları– sözgelimi Wisconsin’deki eğitimli banliyö seçmenler- haricinde her seçmen grubunda oy kaybetti. Evet, kadınlar, Latinler-Hispanikler, Müslümanlar hatta Siyahiler dahil. Trump’ın 2024 galibiyeti, bu ezberlerin bozulduğu ve yeni seçmen eğilimlerinin belirginleştiği bir seçim oldu. Demokratlar geleneksel olarak kadın seçmenlere, Latin-Hispaniklere, Siyahilere ve beyaz, eğitimli kırsal seçmenlere güveniyorlardı ve fakat gördük ki Trump bunu dönüştürdü. Miami-Dade’i kırmızıya çevirmeyi bir kenara koyalım, sandığa yoğun ilgi gösteren genç seçmenlerin özellikle pas kuşağında kırmızı dalgaya kapılmasını da ekleyelim. Bir zamanlar Demokratların en güvenilir limanı olarak kabul edilen Hispanik ve Asyalı seçmenler, mavi yakalı seçmenler Demokrat Parti’den uzaklaştı. Harris kampanyası Michigan’da Dearborn’a hiç uğramadı. Müslüman seçmenler de uzaklaştı tabii Demokrat Parti’den.Sonuncusu hariç evvelce saydığım seçmen grupları sosyal yardım programları üzerine giden Cumhuriyetçi Parti’ye yöneldi.Özellikle pas kuşağının kuzey kesimlerinde veya güneş kuşağının kent merkezlerinde görülen eğitimli banliyö seçmenler arasındaki Demokratlara yönelik hafif kayma, gelecek seçimlerde Demokrat Parti için bir yeni taban haline gelebileceklerini ve fakat bunun her bölgede de gerçekleşmeyeceğini sezdiriyor. İşçi sınıfı beyaz seçmenler, özellikle Wisconsin ve Pennsylvania gibi önemli kırsal nüfusa sahip salıncak eyaletlerdeMAGA koalisyonuna ‘Biz de geldik’ dedi adeta.
Anlamak çabası benimkisi, söyledim ya en başta.
Boyumdan büyük gömleği istemiyorum.
Lakin böyle betimliyorum ben şu adını tam koyamadığımız ‘olan’ın ABD’deki tezahürünü.
Demokrat Parti, dönüşen toplumsal yapıyı okuyamıyor.
Cumhuriyetçi Parti, doğan boşluğu radikalleşerek ve zor sorulara kolay yanıtlar vererek dolduruyor.
Bundan sonrası bir bunalım, her iki taraf için de.
Demokrat Parti yeni figürleri üretme sancısına, Cumhuriyetçi Parti kimlik sancısına.
GavinNewsom, GretchenWhitmer, Pete Buttigieg, Amy Klobuchar, Josh Shapiro, JB Pritzker, Andy Beshear, Raphael Warnock, AOC belki yeniden Harris…
Demokrat Parti, yeni bir istikamet, yeni bir öykü ve yeni bir anlatı…
Bir değişime mecbur.
Cumhuriyetçi Partiyse bundan sonra Trumpizm ve MAGA’dan ayrı okunamaz.
Anlamak çabası benimkisi, anladım mı ? Bilmiyorum.
Anlamaya çabaladığımı biliyorum.
Çaba, yaşamdır.
Yaşamalı öyleyse, ‘bir şeyler olsa da’.
Güneş varsa, yol var.