22 Kasım 2024 Cuma

Numan Kurtulmuş: “Barış, İstikrar Ve Güven Sağlayıcı Bir Unsur Olarak Dış Politikada Aktif Ve Etkili Bir Rol Almak İstiyoruz”

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 14. Büyükelçiler Konferansı için Ankara’da bulunan büyükelçiler ile Meclis’te bir araya geldi. Kurtulmuş, “Biz barış, istikrar ve güven sağlayıcı bir unsur olarak dış politika meselesinde aktif ve etkili bir rol almak istiyoruz. Özellikle içinde bulunduğumuz bölgenin sorunlarının çözülmesi ve özellikle küresel meselelerin çözülebilmesi konusunda barışın, güvenin ve istikrarı üçünün birlikte olmadığı dönemlerde dünyanın ne sıkıntılar yaşadığını çok iyi biliyoruz” dedi.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 14.Büyükelçiler Konferansı kapsamında büyükelçiler ile TBMM’de bir araya geldi. Kurtulmuş, burada yaptığı konuşmada şunları kaydetti: 

“HEMEN HEMEN HİÇBİR GÜNÜMÜZ, ARKAMIZA YASLANARAK HUZUR İÇERİSİNDE, GÜNÜMÜZÜ GÜN EDEREK GEÇİRDİĞİMİZ BİR GÜNÜMÜZ OLMAMIŞTIR”

“Demokrasinin gereği olarak güçler ayrımı prensibi dikkat etmemiz gereken ana kurallardan birisidir. Yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden bağımsız olması ayrıca güçler ayrımı prensibi içerisinde, kendi kuralları içerisinde hareket etmesi doğrudur. Ama güçler ayrımı güçler çatışması noktasına gelmeden bir amaç birliği etrafında milli hedeflerimiz doğrultusunda bütün kurumları mobilize edebildiğimiz bir siyasal zemini de oluşturmalıdır. Onun için de diyoruz ki, Türkiye’nin dış politikasını yürüten siz değerli büyükelçilerimizin, Dışişleri Bakanlığı mensuplarımızın Türkiye’nin yasama ve denetleme faaliyetlerinin merkezi olan halkın seçtiği TBMM’de sizleri ağırlamış olmamız, aynı zamanda da amaç birliği prensibini dikkat çekmek bakımından fevkalade büyük bir sembolik önem taşır.

Büyük ülkelerin, büyük milletlerin zamanın akışı içerisinde kendisini bırakıp iki gününü eşit bir şekilde geçirmesi asla mümkün değildir. Hele bizim milletimizin hiçbir zaman tarihte böyle bir yönü olmamıştır. Şunu çok rahat söyleyebiliriz ki, Sultan Alparslan Han’ın Anadolu topraklarını açarak Anadolu’yu Müslüman Türk milletine yurt edindirmesiyle birlikte başlayan tarihsel süreçte, hemen hemen hiçbir günümüz, arkamıza yaslanarak huzur içerisinde, günümüzü gün ederek geçirdiğimiz bir günümüz olmamıştır. Mücadele ile, gayret ile ama hep önümüze daha büyük hedefler koyarak bu topraklardaki varlığımızı sürdürdük ve bugünlere kadar çok şükür geldik. Bundan sonra da önümüze büyük hedefler koymak zorundayız. Bu hedefleri hepimiz ortaklaştırmak, elimizdeki imkânlar çerçevesinde bu hedefe daha kısa süre içerisinde ulaşmamızı temin edecek her türlü faaliyeti gerçekleştirmek zorundayız. Bu hedef de önümüzdeki asrın dünyada sözü güçlü, gücü tesirli bir Türkiye’nin Yüzyılı olması için mücadele etmektir. Bu çerçevede 3 ana hedefimizi ifade etmek isterim.

“SÖZÜ GÜÇLÜ, GÜCÜ TESİRLİ BİR TÜRKİYE’Yİ OLUŞTURMAK MECBURİYETİNDEYİZ”

Bunlardan birisi, sözü güçlü, gücü tesirli bir Türkiye’yi oluşturmak mecburiyetindeyiz. Sözümüzün güçlü olması, haklı olması doğru projeleri, doğru fikirleri, doğru siyasetleri takip ediyor olmamız önemli bir şeydir ama tek başına yeterli değildir. Eğer sözünüzün arkasına güç koyamıyorsanız, bunu hem yumuşak güç anlamında hem sert güç anlamında söylüyorum, bu gücü sözünüzün arkasına koyamıyorsanız sadece doğru söz söyleyen bir ülke olursunuz.

Önümüzdeki dönemde dış politika ile ilgili ikinci temel hedefimiz Türkiye eksenini tahkim etmektir. Bu tartışmayı hepiniz yıllarca yaşadınız. Yıllarca Türkiye’nin geçmişini bilmeyenlerin, Türkiye’nin nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu kavrayamayanların zaman zaman eksen kayması tartışması açarak Türkiye’yi başkalarının gündemi üzerinden sıkıştırmaya çalıştığını çok iyi hatırlıyoruz. Türkiye kendi eksenini tahkim etme mecburiyetinde olan bir ülkedir. Artık zaman gelmiştir, artık Türkiye böyle bir güce, böyle bir kudrete, böyle bir imkâna kavuşmuştur.

Dış politikamızın üçüncü temel hedefi ise, adil, hakkaniyetli ve yeni bir küresel sistemin kurulabilmesi için mücadele etmektir. Artık kim isterse istesin, hangi güce sahip olursa olsun bugünkü dünya sisteminin bu hali ile devam etmesinin imkân ve ihtimali yoktur. İşte en son, Afrika kıtasındaki uyanışı temsil eden yeni çıkışların dünya siyasetinde çok kökten değişikliklerin geleceğini gösterdiği açık bir işareti yaşıyoruz.

Şu sözleri hepimiz hatırlıyoruz: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir dünya kurulur ve Türkiye oradaki yerine alır. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, çok şükür yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye buradaki öncü rolünü mutlaka ve mutlaka alacaktır.

“İNSANİ MESELELERİ ÖNE ÇEKEN BİR SİYASET İZLEMEZSENİZ ULUSLARARASI İLİŞKİLEİN LABİRENTLERİNDE KAYBOLURSUNUZ”

Bunlardan birisi Türkiye’nin uluslararası alanda takip ettiği diplomasi, eğer tanımlamak gerekirse en başta insani bir diplomasidir. Bu kadar çok sorunun, bu kadar çok kargaşanın, hengamenin, çatışmaların olduğu yerde eğer insanı odaklayan ve insani meseleleri öne çeken bir siyaset izlemezseniz uluslararası ilişkilerin labirentlerinde kaybolursunuz. Bu çerçevede sadece birkaç politikamızda ne kadar önemli bir insanı yaklaşım sergilediğimizi bütün dünya bilmektir. Hiç şüphesiz bunlardan birisi, göçmen politikasında izlediğimiz tavırdır. Dünya göçmen meselesine sadece sonuçları ile bakarken sadece istatistik rakamlar olarak görürken ve hatta hatta Avrupa ülkelerinin önemli bir kısmı bunu yabancı düşmanlığının bir siyasal argümanı haline getirirken, Türkiye dünyanın dört bir tarafından gelen hiç bilmediği, hiç tanımadığı masum insanların hayata tutunma mücadelesine destek vermiş ve iftiharla bunu tarih sayfasına kaydetmiş bir ülkedir.

Tahıl Koridoru’nun açık tutulması meselesi, sadece Türkiye’nin güçlü inisiyatifi ile gerçekleştirilen çok önemli bir insani yaklaşımdır. Bu sadece Rusya-Ukrayna arasındaki savaşın dünyaya vereceği ağır bir maliyet değil, aynı zamanda zaten yoksulluk çeken Afrika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın yoksul halkları için çok ağır bir gıda krizinin de öncüsü olabilecek bir konuydu. Ama Türkiye bu meseleyi de siyasi olmanın ötesinde, insani bir mesele olarak ele alarak bunun çözümü için, ‘Artık bitti, görüşemezler’ dendiği noktada sayın Cumhurbaşkanımız devreye girerek sayın Putin ile de Zelenski ile ve Guterres ile görüşmelerini yaparak Tahıl Koridoru’nun açık tutulmasını fevkalade ciddi bir şekilde temin etmiş oldu.

“BATI’DA KUR’AN-I KERİM’İN YAKILMASI AÇIK BİR İNSANLIK SUÇUDUR”

Bugün Batı’da Kur’an-ı Kerim’in yakılması meselesi sadece birtakım faşistlerin, birtakım insanlık düşmanı canilerin, birtakım demokrasi karşıtlarının Müslümanlara karşı hakareti olarak görülmemelidir. Bu olay başlı başına insanlığın tamamına karşı yapılmış açık bir insanlık suçudur.

Biz barış, istikrar ve güven sağlayıcı bir unsur olarak dış politika meselesinde aktif ve etkili bir rol almak istiyoruz. Özellikle içinde bulunduğumuz bölgenin sorunlarının çözülmesi ve özellikle küresel meselelerin çözülebilmesi konusunda barışın, güvenin ve istikrarı üçünün birlikte olmadığı dönemlerde dünyanın ne sıkıntılar yaşadığını çok iyi biliyoruz. Bunun için Rusya-Ukrayna krizinde ortaya koyduğumuz tavır tarihi bakımdan önemli bir tavırdır. Rusya-Ukrayna meselesi hepimizin bildiği gibi Rusya ile Ukrayna’nın savaşı değil aslında Rusya ile önce Avrupa’nın ve esas itibarıyla Amerika’nın verdiği, Batı’nın topyekûn vermeye başladığı bir küresel savaşın tehditlerini taşıyan bir çatışmadır.

“NORMALLEŞME DIŞINA ÇIKTIĞIMIZ ÜLKELERLE GEÇMİŞ DÖNEMDE YAŞADIĞIMIZ SIKINTILARIN TAMAMI TÜRKİYE’NİN DIŞINDAN KAYNAKLANAN NEDENLERDİR”

Bir başka önemli meselemizse barış güven ve istikrar perspektifi nedeniyle özellikle bölgemizdeki normalleşme süreçlerinin güçlü bir şekilde neticeye ulaşmasını temin etmektir. Bunun için öncelikle tek tek ülkelerin isimlerini saymıyorum, hepimiz çok detaylı bir şekilde biliyoruz, bu bölgede normalleşmenin dışında çıkılmasının müsebbibi Türkiye değildir. Hemen hemen bu normalleşme dışına çıktığımız ülkelerle geçmiş dönemde yaşadığımız sıkıntıların tamamı Türkiye’nin dışından kaynaklanan nedenlerdir. Bunların hepsini şimdi bir tarafa bırakarak, bunların üzerinde durmaksızın, süratle özellikle bölgedeki sorun alanlarını teşkil eden alanlarda sorunları birer evvel ortadan kaldırmak, normalleşmenin gerektirdiği adımların atılabilmesi için mücadele etmek ama bunları yaparken de Türkiye’nin, tekraren söylüyorum, barış, güven ve istikrar perspektifinden asla taviz vermeksizin yolunuza devam etmektir.

Türkiye’nin Akdeniz’deki, özellikle Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerin korunabilmesi için adım atılması konusunda, münhasır ekonomik bölgelerin ilan edilmesi konusunda Türkiye’nin tavır alması konusu çok konuşulmuştur. Ama bu Mavi Vatan’ın önemini bildiğimiz için Sayın Cumhurbaşkanımız ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri vaktinde gerekli adımları atarak, Libya’nın meşru hükümetiyle anlaşma imzalayarak, Akdeniz’de Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgelerini, hak ve menfaatlerini koruyacak adımları attı ve Mavi Vatan lafına sadece bir kavram olarak değil, içerik olarak da sahip çıktığımızı ve bunun da bizim için fevkalade büyük bir hayati önem taşıdığını bütün dünyaya göstermiş olduk. Hiç abartısız söyleyebilirim, Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına giriyoruz. Bir asır evvel yine dünyanın küresel güçlerine, emperyalist canavarlarına karşı mücadele eden atalarımız, o zaman karşılarına çıkarılan uluslararası senaryoları elinin tersiyle itmiş, ama ne yazık ki bir asır sonra şartlar değişmiş olmasına rağmen aynı emperyalist bakışların Türkiye’nin ve bölgenin üzerindeki düşlerinin de çok fazla değişmediğini görüyoruz. Ama şimdi çok daha güçlü bir Türkiye var.”

 

 

 

 

İlgili Haberler