22 Kasım 2024 Cuma

İzmir Emek Ve Demokrasi Güçleri Yargıtay’ın Gezi Davası Kararını Protesto Etti: “Onama Gerekçesi Zayıf Ve Hukuki Olmaktan Uzaktır”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Gezi Parkı davasında 5 sanığın hapis cezasını onamasını protesto etti. İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz, “Gezi Direnişi eylemlerinin hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu olduğunun kabul edilmesi, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ağır bir ihlalidir. 2013 yılında yaşanan Gezi Direnişi eylemleri; Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle korunan ifade ve toplanma özgürlüğü kapsamındaki barışçıl protestolardır. Protestoculardan bazılarının genele teşmil edilemeyecek düzeyde şiddet hareketlerine başvurmuş olması, diğer protestocuların toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına müdahale edilmesinin tek başına gerekçesi olamaz. Bu çerçevede kararın onama gerekçesi zayıf ve hukuki olmaktan uzaktır” dedi.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri üyeleri, 8 sanığın yargılandığı Gezi Parkı davasında Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin aralarında Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay ve Osman Kavala’nın da bulunduğu 5 sanığın cezasını onamasını İzmir Mimarlık Merkezi önünde toplanarak protesto etti. Grup adına basın açıklamasını İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz okudu.

Yılmaz, şunları söyledi:

“Gezi Direnişi eylemlerinin hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu olduğunun kabul edilmesi, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ağır bir ihlalidir. 2013 yılında yaşanan Gezi Direnişi eylemleri; Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle korunan ifade ve toplanma özgürlüğü kapsamındaki barışçıl protestolardır. Protestoculardan bazılarının genele teşmil edilemeyecek düzeyde şiddet hareketlerine başvurmuş olması, diğer protestocuların toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına müdahale edilmesinin tek başına gerekçesi olamaz.

Bu çerçevede kararın onama gerekçesi zayıf ve hukuki olmaktan uzaktır. Yine Osman Kavala, Av. Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’in suçun maddi unsurlarından olan “cebir ve şiddet kullanma” unsurunu nasıl gerçekleştirdiği hususunda bir gerekçe ortaya konulamamıştır. AİHM’in Osman Kavala hakkındaki 10 Aralık 2019 tarihli kesin kararı ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat 2022 tarihli ihlal prosedürünü başlatma kararı sonrası, Osman Kavala’nın tahliye edilmeyerek mahkum edilmesi ise Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve dolayısıyla ahde vefa ilkesine aykırıdır.

Kararda Av. Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine ilişkin yapılan değerlendirmede ise Anayasa Mahkemesi’nin bu husustaki bireysel başvuru kararlarının olayda uygulanamayacağının belirtilmesi kabul edilemez. Anayasa’nın 153. maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelk işileri bağlar. Anayasa’nın ‘yasama dokunulmazlığı’ başlıklı 83. maddesinin 2. fıkrasına göre; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Bunun yanında Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, AİHM içtihatları doğrultusunda Av. Can Atalay’ın seçmenlerin iradesi doğrultusunda yasama görevini yerine getirmesi demokratik hukuk devletinin gereğidir. Zira seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir. Türkiye’de gelinen son nokta, Anayasa’nın 38. maddesiyle koruma altına alınan suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ortadan kalktığı bir sürece işaret etmektedir. Mahkemelerin ağırlaştırılmış müebbet gibi ağır hapis cezası gerektiren bir suçta yorum ve takdir yoluyla suçun işlendiğini kabul etmesi davanın özel koşulları dikkate alındığında bir bağımsızlık sorunu olduğunu da göstermektedir. Yargı süreçlerinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce, siyasi telkin ve saiklerden uzak bir biçimde yürütülmesi hukuk devleti için hayati derecede önemli bir durumdur. Ülke tarihinin en demokratik, yaratıcı, eşitlikçi, en kapsayıcı, barışçıl ve kitlesel hareketi olan Gezi Direnişi gerekçe gösterilerek, 6 yıl sonra açılan davada verilen mahkumiyet kararı ve dün açıklanan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin onama kararı açıkça hukuka aykırı ve kabul edilemez bir karardır.”

 

İlgili Haberler