Türkiye’de İlk Kez Düzenlenen Engelli Sporcu Ödülleri Sahiplerini Buldu
Ali Babacan: “Merkez Bankası’nın Faizini Yükselterek Gıda Enflasyonunu Düşüremezsiniz, Ancak İnsanlık Onurunu Düşürürsünüz”
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Türkiye’deki gıda fiyatları enflasyonunun sebebi, maliyet artışıdır. Merkez Bankası’nın faizini yükselterek siz bu ülkede gıda enflasyonunu düşüremezsiniz. Böyle siz ancak insanlık onurunu düşürürsünüz” dedi. Hükümete acil adım atması için 10 tavsiyede bulunan Babacan, “Ekonomik ve Sosyal Konseyi derhal toplayın. TÜİK ve Merkez Bankası başta olmak üzere, bağımsız kurumları bir an önce bağımsız yapın. Derhal tasarrufa başlayın. Bütçede mutlaka mali kural sistemi getirin. İstihdamla ilgili tedbirleri derhal alın. Ekonomi için en önemli tavsiye, hukukun üstünlüğü ilkesini yaşayın, yaşatın. Yargı bağımsızlığı olmadan, güçler ayrılığı olmadan öngörülebilirlik olmaz. Öngörülebilirlik olmadan ekonomi düzelmez” dedi.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bugün, TBMM’de düzenlediği haftalık değerlendirme toplantısında açıklamalarda bulundu. Babacan, şunları söyledi:
“MASUM İNSANLARIN KANI ÜZERİNDEN YAPILAN HAMASET, BARIŞA VE ÇÖZÜME HİZMET ETMEDİ, HİZMET ETMEYECEK”
“Bölgemiz gerçekten ağır ve sancılı bir dönemden geçiyor. Uzun yıllar, 10 yıllarca devam eden bir Filistin ve İsrail meselesi var ve geçtiğimiz cumartesi gününden bu yana yaşanan olaylar her birimizi, derinden sarsmış durumda. Şu an sadece DEVA Partisi Genel Başkanı olarak karşınızda değilim. Zamanında Dışişleri Bakanlığı yapmış, Filistin-İsrail arasındaki çatışma çözümü için bizzat inisiyatif almış bir devlet adamı olarak aynı zamanda karşınızdayım. Oturduğu yerden ahkam kesen bu mesele için alın teri dökmeyen insanlarla da beni karıştırmamanızı rica ediyorum. Masum insanların kanı üzerinden yapılan hamaset, barışa ve çözüme hizmet etmedi, hizmet etmeyecek. Ben zamanında, bu çatışmanın çözülmesi için bizzat taraflarla görüştüm, emek harcadım, çalıştım. Dışişleri Bakanlığımızda mevcut olan eşsiz tecrübe ve birikimi hep devrede tuttum. Dünyada bu konuyla alakalı dürüst, samimimi, sivil inisiyatif alan herkesle irtibatta oldum. Dış politikamızın şahsi hırslar veya dar ideolojik yaklaşımlarla esir alınmasına da asla izin vermedim.
“DIŞ POLİTİKA ÖYLE BİR ALANDIR Kİ BAZEN İÇERİYE KONUŞARAK POPÜLARİTE ELDE EDERSİNİZ AMA ÇÖZÜLMESİ GEREKEN GERÇEK SORUNU DA DARMADAĞIN EDEBİLİRSİNİZ”
Hatırlatmak istiyorum; o dönemde Türkiye sözüne itibar edilen, güvenilir, taraflar arasında rahat diyalog kurabilen bir ülkeydi. Kendi içinde sorunlarını hızla çözen, demokratikleşme çabası ve ekonomik refah seviyesiyle de özgüvenle hareket eden bir ülkeydi. Kendi içinde başarılı olan bir ülkenin sözü, daha çok dinleniyordu. Göreve başladığım ilk haftalarda, bağımsız Filistin devletinin kurulması amacıyla Filistin-İsrail çatışma çözümünü başlatmak amacıyla düzenlenen Annapolis Konferansı’na katıldım. Arkasından tam 11 ülkeyi bizzat ziyaret ettim. Doğrudan devlet başkanlarıyla, dışişleri bakanlarıyla, o ülkede parlamento varsa parlamento üyeleriyle istişareler yaptım, duruşumuzu aktardım. O dönemlerde, meseleyi çözmeye odaklanırdık. İç kamuoyuna mesaj verme kaygısıyla rasyonalite dışı hiçbir şey yapmazdık. Biliyorsunuz dış politika öyle bir alandır ki bazen içeriye konuşarak popülarite elde edersiniz ama çözülmesi gereken gerçek sorunu da darmadağın edebilirsiniz. Bir günlük manşet olma uğruna hem ülkenin itibarına hem de muhataplarınıza zarar da verebilirsiniz. Ne demek istediğimi, dış politikayı takip eden arkadaşlarımız gayet iyi anlayacaktır.
“TÜRKİYE’NİN BİR KARDEŞİNİN KADERİYLE İLGİLENMESİ EN DOĞAL SORUMLULUĞUDUR. FİLİSTİN DAVASININ EN YAKIN TAKİPÇİSİ OLMAMIZ, BU İŞİN TABİATINDA VARDIR”
Ben, Filistin-İsrail meselesinde tam bir samimiyetle hep onurlu bir duruşu savundum, savunuyorum ve savunmaya da devam edeceğim. Filistin halkıyla bizim halkımız arasında dini, kültürel ve insani bağlardan oluşan, bin yılı aşan bir geçmiş vardır. 500 yıllık birlikte yaşama tecrübesi vardır. Bu arka plan, iki halk arasında derin bir kardeşlik bağı oluşturmuştur. Türkiye’nin bir kardeşinin kaderiyle ilgilenmesi en doğal sorumluluğudur. Filistin davasının en yakın takipçisi olmamız, bu işin tabiatında vardır. Filistin meselesi, artık evrensel bir adalet ve vicdan meselesine dönüşmüştür. Haklı ve meşru davaların bir sembolü olmuştur. Dünyanın dört bir yanında Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olan halklar vardır. Bu dayanışmanın Birleşmiş Milletler (BM) kararlarıyla sabit olan, meşru bir temeli de bulunmaktadır. Türkiye, kardeşlik hukukunun yanı sıra ahlaki olarak da Filistin davasına sahip çıkmaktadır. Bugün, uluslararası toplumun kahir ekseriyeti, Filistin’in işgal altında bulunmasının bölge istikrarını zedeleyen başlıca unsur olduğunda da mutabıktır.
“FİLİSTİN DAVASI, İKTİDAR VE MUHALEFET PARTİLERİNİN ÜZERİNDE ÖNEMLİ ÖLÇÜDE UZLAŞTIĞI BELKİ DE TEK KONU, FİLİSTİN KONUSU OLMUŞTUR”
Bölgemiz, son 50 yıldır karşılaştığı tehditlerin ve sorunların altında doğrudan ve dolaylı olarak bu meselenin olduğunu da gayet iyi farkındadır. Ülkemiz, bölgesel barış ve güvenliğin geleneksel savunucusu olarak ihtilafın adil ve kalıcı biçimde çözümüne destek vermek zorundadır. İşte bu bütün sebeplerle yakın tarihe baktığımızda, Türkiye’nin Filistin davasının her aşamasında, Filistin halkına aktif destek verdiğini görürüz. Birkaç örnek vermek gerekiyorsa: 1949’da Nakba’dan sonra BM, Filistinli mültecilerin eğitim, sağlık, barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere UNRWA’yı kurmuştu. Türkiye, başından beri bu ajansın danışma komitesinin daimi üyesi olarak görev yapmaktadır. Yine Türkiye, BM’de 1975’te kurulan Filistin Halkının Vazgeçilmez Hakları Komitesi’nin de daimi üyesidir. Yine Türkiye, 1975 yılında kurulan İslam İşbirliği Örgütü’nün de Kudüs Daimi Komitesi’nin üyesidir. 1988 yılında Filistin devleti ilan edildiğinde de ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Ve Ankara’daki Filistin Caddesi’nin adı, ilk Filistin Büyükelçiliği’nin o caddede açılması sebebiyle verilmiş bir isimdir. BM, 1978 yılında 29 Kasım tarihini, ‘Filistin Halkıyla Dayanışma Günü’ olarak ilan etmiştir ve o gün bugündür Filistin davasının canlı tutulmasına vesile olarak devam etmektedir. Dolayısıyla Filistin davası her zaman Türkiye’nin öncelikli bir dış politika konusu olmuştur. Her dönem, iktidar ve muhalefet partilerinin üzerinde önemli ölçüde uzlaştığı belki de tek konu, Filistin konusu olmuştur.
“HAMAS’IN GEÇTİĞİMİZ CUMARTESİ GÜNÜ, SİVİLLERE YÖNELİK YAPMIŞ OLDUĞU SALDIRILAR KABUL EDİLEMEZ, ASLA SAVUNULAMAZ”
Şunun altını çok kalın bir şekilde çizmek istiyorum: Hamas’ın geçtiğimiz cumartesi günü, sivillere yönelik yapmış olduğu saldırılar kabul edilemez, asla savunulamaz, barışın sağlanmasına hizmet etmez. Her ne kadar ilk gün gelen haberlerin, görüntülerin bir kısmının doğruluğu teyit edilemiyor olsa da masum insanlanın kanı dökülürken savunulacak bir haklı dava olmaz. Aksine karşı tarafa, orantısız güç kullanımı için bahane vermiş olursunuz. Diğer yandan İsrail’in savaş ilanını, Orta Doğu’da haritayı değiştirme söylemini kabul etmek de mümkün değildir. Gazze’de, yarısı çocuklardan oluşan sivillerin hiçbir ayrım gözetmeden günlerce ağır bombardıman altında tutulmasını ve öldürülmesini haklı görmek, savunmak mümkün değildir, insanlık adına utanç vericidir. Zaten onlarca yıldır büyük bir baskı ve zulüm altında ezilen Gazze halkının gıda, su, elektrik gibi temel insani ihtiyaçlarından mahrum bırakılması da asla kabul edilemez. Milyonlarca masum insanın toplu cezalandırılması, insanlığa sığmaz. Bir yanlışa, başka bir yanlışla cevap verilmez. Bir insanlık suçuna, daha büyük bir insanlık suçuyla karşılık verilmez. Savaşın bile bir hukuku vardır. Bir devlet, eğer gerçek bir devletse uluslararası hukuka uygun hareket eder. Yapılanlara karşılık olarak sivil insanları katletmek asla kabul edilemez. Faili kim olursa olsun; bilerek, hedefleyerek sivillerin, kadınların, çocukların öldürülmesi savaş suçudur, insanlık suçudur.
“ULUSLARARASI ÇATIŞMA ÇÖZÜMÜ SİSTEMLERİ DERHAL DEVREYE GİRMEZSE BU SADECE İSRAİL İLE FİLİSTİN ARASINDA KALAN BİR MESELE OLMAKTAN ÇOK ÖTEYE TAŞABİLİR”
Filistin-İsrail meselesinin çözümü ve bölgesel barış, bu şekilde sağlanamaz. Tam da bu nedenle, cumartesi günü yaptığım açıklamada, Filistin halkının davasına gölge düşürülenleri de İsrail devletini de uluslararası hukukun ve insanlığın temel değerlerinin gerekliliğini yerine getirmeye çağırdım. Tarafları, itidale ve gerilimi daha da tırmandıracak adımlardan kaçınmaya davet ettim. Orta Doğu’nun ölümü değil, barışı konuştuğumuz bir coğrafya olması gerektiğinin de altını çizdim. Geçen altı gün sonrasında, bu çağrımı çok daha güçlü bir biçimde tekrarlıyorum. Bakın eğer bu sorun erken aşamada, önce ateşkes görüşmeleriyle sonra kalıcı bir barış arayışıyla hemen ele alınmazsa uluslararası ara buluculuk, uluslararası çatışma çözümü sistemleri derhal devreye girmezse bu sadece İsrail ile Filistin arasında kalan bir mesele olmaktan çok öteye taşabilir. Bakın bölgede, Ürdün önemli bir ülkedir. Ürdün’ün iç istikrarı, İsrail-Filistin meselesinin gidişatına bağlıdır. Lübnan, zaten tamamen çökmüş bir devlet yapısına sahip ama aynı zamanda çok kırılgan ve bu meseleden derhal etkilenebilecek başka bir ülkedir. Yine İran’ın uzaklarda olsa da bu meseleyle ilişkisi, alakası bugün için ve yarınlarda alacağı boyut açısından, bölgemiz açısından önemli bir risk konusudur. Onun için ateşi bu aşamadayken söndürmek gerekir. Ateş büyüdükçe söndürmek zorlaşacaktır.
“BM GÜVENLİK KONSEYİ KARARLARI ÇERÇEVESİNDE, 1967 SINIRLARI İÇİNDE, BAŞKENTİ DOĞU KUDÜS OLAN, BAĞIMSIZ VE EGEMEN BİR FİLİSTİN DEVLETİNİN KURULMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYORUZ”
Filistin-İsrail arasındaki sorunların kökünde, Filistin topraklarının işgali, Filistin halkının on yıllardır temel haklarından ve insan onuruna yaraşır bir yaşamdan mahrum bırakılması yapmasıdır. Bu kök sebepler ortadan kalkmadan bölgede barışı tesis etmekte mümkün değildir. DEVA Partisi’nin bu konudaki duruşu açıktır. Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulması gerektiğini söylüyoruz. Çözüm, iki devletli çözümdür. Bunun dışındaki her şey, insanlık trajedisinin büyüyerek artmasıdır. İsrail, üç ilahi din için mukaddes olan Kudüs ve Mescid-i Aksa ile ilgili provokatif uygulamalardan vazgeçmedikçe, bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan vazgeçmedikçe kalıcı barışın asla sağlanamayacağını görmek zorundadır. Türkiye’nin çatışmanın tarafları olan her iki halkla da köklü insani ilişkileri vardır. Bu nedenle Filistin-İsrail meselesi, bizim için alelade bir dış politika meselesi, herhangi bir ülke konusu da değildir. Pek doğal olarak yakın takipçisi olacağımız, her fırsatta halkların yaşam hakkını ön planda tutacağımız bir meseledir. Geldiğimiz noktada yaşananlar, tüm dünya için ortak adalet ve vicdan sorumluluğuna dönüşmüştür. Seneler içerisinde, sayısız barış görüşmelerinin devam etmesinin diğer ülkelerin ara buluculuk yapmasının sebebi de budur.
“FİLİSTİN HALKI, TÜM İNSANLIĞA HAKLI BİR DAVA İÇİN DİRENMENİN ANLAMINI GÖSTERDİ”
Bizim aynı zamanda, Filistin halkına bir teşekkür borcumuz var. Filistin halkı, tüm insanlığa haklı bir dava için direnmenin anlamını gösterdi. Filistin bugün, Arap ve İslam dünyasının da ötesinde Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya, Avrupa’dan Afrika’ya varana kadar haklı bir direnişin sembolü olmuştur. Bu her şeyden önce, Filistin halkının başarısıdır. Ancak geçmişte de belirttiğim ve biraz önce de tekrar ettiğim gibi bu başarıya gölge düşürmeye çalışanlara da göz yumamayız. Hamas’ın sivilleri hedef alarak yaptığı saldırıları kabul etmek mümkün değildir. Öte yandan Hamas’ın yaptığı eylemlerden tüm Filistin halkının sorumlu tutulmasını, sivil halkın hedef alınarak misliyle karşılık verilmesine kabul etmek de mümkün değildir. Hiçbir siyasi veya askeri bileşenin eylemlerinden bir ulusun tamamının sorumlu tutulmasını kabul etmiyorum, kabul etmiyoruz. Bu noktada şunu da belirtmek istiyorum ki uzun yıllardır Gazze’ye, Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıları da asla ama asla kabul etmedik, etmiyoruz. Bölgemize onurlu bir barışı, hediye etmek zorundayız.
“İKTİDARIN İLK ALTI GÜNDE ORTAYA KOYMUŞ OLDUĞU TUTUMU VE DİYALOG İÇİN YAPTIĞI ÇAĞRIYI DA OLUMLU OLARAK DEĞERLENDİRİYORUM”
Bu çerçevede, hem Dışişleri Bakanlığımıza ve hükümete hem de dünyaya meselelerin çözümü için tavsiyelerimi de iletmek istiyorum: BM başta olmak üzere uluslararası kamuoyu, meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır. Haklı-haksız, bizden-sizden demeden, taraflara askeri sağlama yarışına girmeden öncelikle ateşkesin sağlanması ve nihayetinde de kalıcı barışın inşası için taraf olunmalıdır. İslam İşbirliği Teşkilatı, derhal toplanmalıdır. Arap ligiyle ilgili adımlar atıldı, yetmez. İslam İşbirliği Teşkilatı çok daha kapsayıcıdır, çok daha geniş bir temsil gücüne sahiptir. Çünkü bu sadece bir Arap-İsrail meselesi değildir. İnsan canının sayılara indirgendiği, insanlığın ayaklar altında ezildiği bu dönemde savaştan yana tavır alan herkesin bunda da vebali vardır, sorumluluğu vardır. İktidarın İsrail-Filistin meselesinde, ilk altı günde ortaya koymuş olduğu tutumu ve diyalog için yaptığı çağrıyı da olumlu olarak değerlendiriyorum. Kadınların, çocukların canları söz konusuyken itidalle hareket etmekten vazgeçilmemesi gerektiğini de vurguluyorum. Geçmişte dillendirdiğim bir hususu tekrar etmek istiyorum: Kimse uluslararası hukukun üstünde değildir. Kimse haksızlık, hukuksuzluk yapma ayrıcalığına asla sahip değildir. Türkiye, her zaman mazlum Gazze halkının yanında olmuştur, olmaya da devam edecektir. Öte yandan antisemitizme varan sözleri ve davranışları da her zaman kınadığımı ve kınayacağımı da belirtmek istiyorum. Bizler, bu dönemi yaşayan siyasetçiler olarak Orta Doğu’yu barış bölgesi yapma sorumluluğuna sahibiz. Ve bu sorumluluğumuzu da asla unutmamamız gerekiyor.
“KİMSEYİ KANDIRMAYIN. ŞU ANDA TÜRKİYE’DEKİ ENFLASYON, DÜNYANIN EN YÜKSEK ORANLARINDAN BİRİSİ”
İktidar, açıkladığı uydurma rakamlarla ve ürettiği suni gündemlerle sorunların üzerini örtmeye çalışsa da vatandaşlarımız, ekonomimizin içinde bulunduğu derin krizin gayet iyi farkında şu anda. Dünkü grup konuşmasında Sayın Erdoğan neler söylemiş diye şöyle akşam bir basın özetlerine baktım. Neler neler söylemiş… Demiş ki ‘Enflasyondaki yüksek oranda artışlar tüm dünya sorunudur.’ Siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz? Türkiye’de enflasyon niye Avrupa’nın, dünya ortalamalarının 10-20 misli, çıkın önce bunu bir açıklayın. ‘Dünyada da enflasyon var bizde de.’ Millet enflasyon yüzde 5-6’ya çıktı diye telaş ediyor, önlem alıyor. Bizdeki enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 70’lerde; gerçek bağımsız araştırmalarda yüzde 130’larda görünüyor. ‘Bütün dünyada var canım bizde de var ne olacak’ diyor. Kimseyi kandırmayın. Şu anda Türkiye’deki enflasyon, dünyanın en yüksek oranlarından birisi ve bu özellikle sabit gelirli vatandaşlarımızın canını yakıyor. Başka ne demiş? ‘Bu programın başarısı, -ki bir programdan söz edebiliyorsak tabii ki- ancak devlet kurumları yanında üreticisinden, toptancısına, perakendecisinden tüketicisine, çalışandan kendi adına alım satım yapana kadar tüm kesimleriyle 85 milyonun tamamının fedakarlığı ve kararlılığıyla mümkündür.’ Orada bir dakika durun diyorum kendisine. Dolar kurunu bu ülkede patlatan, bu ülkede üretim yapan sanayiciler mi, kobiler mi , ticaret yapmaya çalışan toptancılar mı? Bu ülkede dolar kurunu patlatan sizsiniz.
“BU İKTİDAR ENFLASYONLA İLGİLİ AÇIK BİR YÜZLEŞME YAPMADAN BU ÜLKEDE ENFLASYON DÜŞMEYECEK”
Öte yandan KDV ve ÖTV’yi artırıp fiyat artışlarına sebep olan bu fiyat artışlarıyla da enflasyonu tekrar azdıran perakendeci esnafımız mı, tüketiciler mi? Bunu da yapan sizsiniz. Kimden hangi fedakarlığı, hangi kararlığı bekliyorsunuz? Hiç boşuna uğraşmayın diyorum kendisine. Yüksek enflasyonun suçlusunu, başkaları olarak göstermeyin. Sonra ne demiş? ‘Sadece belirsizlik ortamına fırsat verip üç kuruş daha fazla kazanmak uğruna ülkesini ne bu kötülüğü yapanlar…’ Enflasyon suçlusu olarak başkalarını gösteriyor. Ya bu ülkede enflasyonu da döviz kurunu da yanlış ve akıl dışı politikalar sebebiyle patlatan Sayın Erdoğan’ın kendisidir. Ama dünkü konuşmasında öyle bir hava oluşturuyor ki bunun sebebi başkaları, ‘Ben değil, başkaları yaptı, ben onlarla mücadele edeceğim.’ ‘Bu kötülüğü yapan fırsatçılar’ diyor. Bu kötülüğü siz yaptınız, başkaları değil. O kadar ikaz ettik, yanlış yoldasınız, yapmayın, bu ülkeye yazık etmeyin dedik. Kafasının dikine gitti ve ülkeyi bu krizin içine soktu. Yeni bakan, hemen göreve gelir gelmez hatta devir teslimde ne diyor? ‘Rasyonel politikalara dönmek gerekiyor.’ Bu ne demek? Demek ki 5 yıldır rasyonel olmayan politikalar, akıl dışı politikalar yüzünden bu ülkede enflasyon patlamış. Peki bu rasyonel olmayan, akıl dışı politikaların talimatını kim verdi zamanında? Kendisiydi. Açık söylüyorum, bu iktidar enflasyonla ilgili açık bir yüzleşme yapmadan bu ülkede enflasyon düşmeyecek. Önce yüzleşmesi lazım.
“SEÇİMDEN HEMEN SONRA 5 AYDA, 5 KERE FAİZ ARTIRMAK, İNSANLARI ALDATMAK DEĞİL Mİ?”
Seçim öncesi söylenenlerle, seçimden sonrası yapılanlar pek çok konuda 180 derece ayrı. ‘Ben görevde olduğum sürece, faiz yükselmez ancak iner’ dedi. 4 ayda Merkez Bankası, 4 kere faiz artırdı. Bu ay, kuvvetle muhtemel tekrar artacak, 5’inci kere. Seçimden hemen sonra 5 ayda, 5 kere faiz artmak, insanları aldatmak değil mi? Ayrıca mazot fiyatlarına 20 lirada götürüp seçimden hemen sonra 40 liraya patlatmak, aldatmak değil mi? Yeni Merkez Bankası Başkanı açıkladı, ‘Mayıs sonuna kadar döviz kuru tutuldu’ dedi. Bundan sonra kuru patlatan, 27-28’e çıkartmak, aldatmak değil mi? Aldattı. Onun için seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı. Mülakatı kaldıracağız dediler. Ne oldu? 4 ay geçti. Milyonlarca gence ümit ver. ‘Artık ayrım yapmayacağım, sadece partililerimi, benim gibi düşünenleri işe almayacağım. Sınav sonucu neyse herkesi işe alacağım’ de. İnsanları kandır, oyları al, cebine koy, seçimden sonra da dön, bunu hiç açıklamamış gibi davran. Helalinden kazanmadı.
“SEÇİMLERDEN SONRA, YENİ EKONOMİ YÖNETİMİ İŞ BAŞINA GELDİKTEN SONRA 30 MİLYAR DOLAR DAHA GİZLİ BİR ŞEKİLDE SATILMIŞ DURUMDA”
Ekonomi şeffaflık ister. 128 milyar dolar, gizli saklı arka kapıdan satıldı demiştim. Bunun üzerine şu ana kadar 226 milyar dolar daha satılmış oldu. Rakam çıktı 354 milyar dolara. Önce bir inkar etti, biliyorsunuz. Öyle bir şey yok dedi, Sayın Erdoğan’ın kendisi. Hepsini video kaydı var, çıkarır gösteririz. Sonra evet, satılabilir, ne olacak dedi. Yeni ekonomi ekibi de satıldı ama kayıt dışı değil diyor. Yok bir de kayıt dışı satsaydınız. Biz satıldı derken Merkez Bankası’nın Ankara’daki kasalarının önüne tırları çekip de kayıt dışı olarak oradaki dövizleri yüklediniz, bir yerlere götürdünüz demiyoruz ki. Gizli sattınız diyoruz. Ve hâlâ şeffaf olmadan satmaya devam ediyorsunuz. Kimin malını kimden gizliyorsunuz? Ve diyorlar ki artık kuru bastırmak için yapmayacağız. Sadece ve sadece seçimlerden sonra, yeni ekonomi yönetimi iş başına geldikten sonra açıklanan rakamlara baktığımızda, 30 milyar dolar daha gizli bir şekilde satılmış durumda. Tahminen en az bir 10 milyar dolar daha açıklanmadığı için bazı rakamlar henüz hesap edemedik ama muhtemelen toplam 40 milyar dolar daha gizli saklı satılmış durumda. Biz 13 yılda topu topu 8 milyar doları şeffaf satmışız, Merkez Bankası’nın doğrudan piyasa müdahaleleriyle. Şeffaflık olmadan güven olmaz. Güven olmayınca ekonomi düzelmez.
“KKM’NİN KUR FARKINI ÖDEMEK İÇİN PARA BASIYORLAR. PARA BASMAYA DEVAM ETTİKÇE DE ENFLASYON ARTACAK”
Kur Korumalı Mevduat (KKM)… Tahminen 700 milyarlık kur farkı var şu anda. Onu da tam açıklamıyorlar. Böyle kerpetenle diş söker gibi verileri çekebiliyorsunuz. Merkez Bankası Başkanını sıkıştırıyorlar da mecburen açıklamak zorunda kalıyor. Merkez Bankası’ndan ne kadar kur farkı veriyorsunuz, niye açıklamadınız bugüne kadar? Bu parayı nereden buluyorsunuz? Ben söyleyeyim. KKM’nin kur farkını ödemek için para basıyorlar. Para basmaya devam ettikçe de enflasyon artacak. Asrın felaketi diyorlar, 104 milyar dolarlık deprem maliyeti var diyorlar. Ama asıl asrın ekonomik felaketi de 125 milyar dolara ulaşan bu KKM hesapları ve bunlara dönen kur farkı. Para basılarak hepimizin cebinden enflasyon yoluyla toplanarak o ödenen kur farklarıdır. Bu utancın, bu ağır vebalin altından kalkmakta zorlandıkları için açık olmuyorlar. Merkez Bankası’nın rezervleri arttı diye bir şey dolaşıyor. Daha çok borçlandığı parayı kasaya koymuşlar, daha çok paramız var, diyorlar. Rakamlar ortada, en son 29 Eylül rakamları: Brüt 122 milyar dolar, net 21 ama net döviz pozisyonu eksi 65 milyar dolar. Arttı dedikleri rakamların hepsi borç. Merkez Bankası’nın kendi, öz, sağlam rezervi değil. Vadesi geldikçe ödemek ve kasayı boşaltmak zorunda kalacağı rezervlerden bahsediyorum.
“ENFLASYONUN GEREKTİRDİĞİ MAAŞ ARTIŞINI YAPMAYIN, SONRA ULUFE DAĞITIR GİBİ HERKESE 5 BİN LİRA AÇIKLAYIN. KİMSE KANMAZ, KANMIYOR”
Bütçe açığını kapatmak için vergi saldılar, kamunun kontrol ettiği fiyatları artırdılar. Bütçe açığı, planlanandan fazla olursa iki tane önemli yöntem vardır: Gelirleri artırırsınız ama giderleri de aşağıya çekersiniz. Gelirleri artırmak yönüyle ilgili bir sürü tedbir aldılar.. Peki giderleri azaltmak için ne yaptılar? Tasarruf adına bugüne kadar ne yaptılar? Üreticiden toptancısına, çiftçisinden esnafına herkesten fedakarlık bekliyorum diyor. Peki siz ne fedakarlık yaptınız? Siz lüksten, şatafattan, israftan hangi fedakarlığı yaptınız? Böyle bütçe yönetilmez. Paraya ihtiyaç oldu mu, vergi sal. Paraya ihtiyacı olduğu mu para bas. Bu 1990’ların yüksek enflasyon döneminin politikasıdır ve hâlâ da devam etmektedir. Ve sonuçta buradan zarar gören orta direk. Biz, emekli dernekleri bastırınca dediler, hadi herkese 5 bin lira dağıtalım. Siz zamanında enflasyonun gerektirdiği maaş artışını yapmayın, ondan sonra ulufe dağıtır gibi herkese 5 bin lira güzellik yapıyorum diye açıklayın. Kimse kanmaz, kanmıyor.
“MERKEZ BANKASI’NIN FAİZİNİ YÜKSELTEREK GIDA ENFLASYONUNU DÜŞÜREMEZSİNİZ. BÖYLE ANCAK İNSANLIK ONURUNU DÜŞÜRÜRSÜNÜZ”
Ülkenin tarımın mahvettiler, perişan ettiler. Sürekli olarak ithalata bağımlı bir ülke haline geldi Türkiye şu anda. Büyükbaş, küçükbaş hayvan stokumuz düştü. Çünkü üreten daha çok zarar ediyor, üretimden vazgeçiyor çiftçimiz. Mazot fiyatları yüzde 100 artıyor, mısıra verilen fiyat yüzde 5. Türkiye’de gıda fiyatlarıyla enflasyonun mücadele, tüketimi bastırmakla olmaz. Bu işler Londra’dan, New York’tan göründüğü gibi değil. Türkiye’deki gıda fiyatları enflasyonunun sebebi, maliyet artışıdır. Merkez Bankası’nın faizini yükselterek siz bu ülkede gıda enflasyonunu düşüremezsiniz. Böyle siz ancak insanlık onurunu düşürürsünüz. Ne yapıp edilip bütün yatırım bütçesinin öncelikli olarak sulamaya verilmesi gerekiyor. Bugün için hükümete ekonomi konusunda 10 tane acil atılması gereken adımla ilgili tavsiyelerimi sunmak istiyorum: Ekonomik ve Sosyal Konseyi derhal toplayın. Gerçeklerle yüzleşmekten korktuğu için Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplamıyor. Anayasanın gereği… TÜİK ve Merkez Bankası başta olmak üzere, bağımsız kurumları bir an önce bağımsız yapın. TÜİK’in şu andaki kadrosunu derhal değiştirin, atın. Olmaz, talimatla enflasyonu yüksek açıklayan bir kadroya güvenemezsiniz. Kamu alımları mevzuatını derhal değiştirin. Getirin AB mevzuatını, biz de buradan destek verelim. Derhal tasarrufa başlayın. Kural bazlı bir yönetim anlayışı lazım. Bütçede mutlaka mali kural sistemi getirin. İstihdamla ilgili tedbirleri derhal alın. Kadın, genç istihdamını artıracak, aktif iş gücü politikalarıyla teşvik tedbirlerini derhal alın. Ekonomi için en önemli tavsiye, hukukun üstünlüğü ilkesini yaşayın, yaşatın. Yargı bağımsızlığı olmadan, güçler ayrılığı olmadan öngörülebilirlik olmaz. Öngörülebilirlik olmadan ekonomi düzelmez.”