“Katılımcı Bütçe Çalıştayı” STK’lar İle Son Buldu
Erdoğan’ Dan Yargıtay-Aym Krizine İlişkin Açıklama: Bu Tartışmada Taraf Değil, Hakem Konumundayız. Yargının İki Kurumu Arasındaki Yetki Tartışmasının Çözüm Yeri Anayasa’dır, Yasalardır. Ancak Mevcut Anayasa Bu Konuda Da Yetersiz Kalmaktadır
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Ankara’da; “Türkiye’de, yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ, hiçbir kurum layüsel değildir, eleştirilemez değildir. Geçmişten beri, bizim de Anayasa Mahkemesi’nden Yargıtay ve Danıştay’a kadar hemen her yargı mercinin katılmadığımız, eleştirdiğimiz kararları olmuştur. Ancak bu defa farklı bir sorunla karşı karşıyayız. Anayasa’nın 104’üncü maddesi, Cumhurbaşkanı olarak bize yürütmenin başı olma yanında, Devlet Başkanı sıfatıyla devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin etme görevi de vermektedir. Dolayısıyla biz bu tartışmada taraf değil, hakem konumundayız. Yürütmenin başı ve ülkenin en büyük siyasi partisinin Genel Başkanı olarak yaptığımız ve yapacağımız değerlendirmeler, bu konumumuzun gereğini yerine getirmemize asla mani değildir. Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri Anayasa’dır, yasalardır. Ancak, anlaşılan o ki, mevcut Anayasamız ve dolayısıyla ona göre şekillenen yasalarımız, bu konuda da yetersiz kalmaktadır” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Cumhurbaşkanlığı’nda yapılan “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Ebediyete İrtihalinin 85. Yıldönümü Münasebetiyle Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Tarafından Düzenlenen Anma Programı”na katıldı. Milli Mücadele’nin Başkomutanı, Cumhuriyet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 85’inci yıl döneminde rahmet yad ederek sözlerine başlayan Erdoğan, şöyle devam etti:
“GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN VASİYETİ OLAN ÜLKEMİZİ, MUASIR MEDENİYET SEVİYESİNİN ÜZERİNE ÇIKARMA MÜCADELESİNİ MİLLİ MÜCADELE RUHU İLE SÜRDÜRÜYORUZ”
“Bin yıldır bu toprakların vatanımız olması için gözlerini kırpmadan canlarını ortaya koyan şehitlerimizin, gazilerimizin, kahramanlarımızın her birine Allah’tan rahmet diliyorum. Sınırlarımız içinde ve dışında görev başında olan güvenlik güçlerimizi Rabbim muhafaza ve muzaffer eylesin diyorum. Türkiye Yüzyılı’na adım attığımız bugünlerde ülkemizin büyümesi, devletimizin güçlenmesi, milletimizin birlik ve beraberliği için çalışan herkese şükranlarımı sunuyorum. Geçtiğimiz günlerde coşkuyla kutladığımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile birlikte Anadolu topraklarındaki son devletimizin ilk asrını geride bıraktık.
Gazi Mustafa Kemal’in vasiyeti olan ülkemizi, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma mücadelesini Milli Mücadele ruhu ile sürdürüyoruz. Cumhuriyetimizin yeni asrına Türkiye Yüzyılı adını işte bu anlayışla verdik.
21 yılda, asırlara bedel demokrasi ve kalkınma atılımını hayata geçirdiğimize inanıyoruz. Dillerinden, Atatürk’ü ve Cumhuriyeti düşürmeyenlerin geçtiğimiz bir asırda ülkemize neler kazandırdıkları, neler kaybettirdikleri milletimizin hafızasında mevcuttur. Türkiye, dün gardırop Atatürkçüleri, bugün de sosyal medya Atatürkçüleri olarak ifade edebileceğimiz kesimden çok çekmiştir. Kavramların, kişilerin ve hassasiyetlerin istismarı dışında hiçbir icraatları olmayan bu mirasyediler, dün olduğu gibi bugün de sağa sola savruluyor. Öyle ki, bu sıfatları terör örgütlerinden emperyalistlere, kendi ülkelerine düşman kim varsa herkesin dümen suyuna girmenin şemsiyesi yapacak kadar kontrolü kaybetmiş durumdalar. Kökü olmayan ağacın ayakta kalamayacağı, dalından kopmuş yaprağın rüzgarın önünde sürükleneceği gibi bunların da uzun süre varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
“TÜRKİYE YÜZYILI’NIN YÜKSELİŞİNİ DE HEP BERABER GÖRECEĞİZ”
Cumhuriyetimizi siyasi, diplomatik, ekonomik olarak tarihinin en güçlü seviyesine getirmek nasıl bize nasip olduysa, inşallah Türkiye Yüzyılı’nın yükselişini de hep beraber göreceğiz. Vefat yıl dönümünde Atatürk’ü gerçek manada anmanın ve mirasına sahip çıkmanın işte böyle olacağını düşünüyoruz.
Bu tür yıl dönümleri aynı zamanda milletler için bir muhasebe vesilesidir. Bilindiği gibi, Türkiye’nin son iki asrı anayasal zeminde yeni, kapsayıcı, halka dayanan, hakkaniyeti gözeten yönetim arayışlarıyla geçmiştir. Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, oradan Cumhuriyet’e uzanan bu dönemde bir hayli sancılar yaşandı. Hiç şüphesiz bu sürecin en önemli dönüm noktası zaferle neticelenen Milli Mücadele’nin ardından Cumhuriyet rejimine geçilmesidir. Dikkat ederseniz, bu iki asırda devlet yıkılıp devlet kurulmamıştır. Sadece yönetim sistemiyle birlikte devletin adı değişmiştir. Yoksa bizim sadece bu topraklardaki devlet varlığımız, Anadolu Selçuklu ile başlar ve kesintisiz olarak günümüze kadar gelir. Tarihin daha derinliklerinde yine bu coğrafyadaki varlığımıza dair bilimsel araştırmaları da ayrıca değerlendirmek gerekiyor.
Şayet biz, tarihimize, medeniyetimize, kültürümüze sahip çıkmaz, mazimize bakış açımızın ufkunu bu şekilde koymazsak meydan derleme toplama insan topluluklarından oluşan nevzuhur bir devlet grubuna kalır.
“İSRAİL VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLAR HEZEYANIYLA NÜKLEER SİLAH KULLANMA TEHDİTLERİYLE SABRIMIZI ZORLUYOR”
Filistin halkının binlerce yaşadığı topraklarını zorla gasp edenler bunun üzerinde geçmişi 75 yılı ancak bulan meşruiyetini bizzat kendi faşistlikleri ile tartışmalı hale getirdiği bir devlet inşa etmeye çalışıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemiz topraklarını da içeren vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar. Sahip oldukları teknoloji üstünlüğe ve uyguladıkları ahlaksız zorbalığa rağmen daha Filistin’in masum çocuklarıyla, kadınlarıyla ve yaşlılarıyla baş edemeyenlerin bu ham hayalden uyanacakları günler yakındır.
Yitip giden canların hesabı elbette sorulacaktır. Neredeyse bir asırdır hastalıklı bir fanatizm uğruna milyonlarca insanın maruz kaldığı zulmün hesabı elbette sorulacaktır. Bu zalimlerin her biri ve onları verdikleri destekle aynı suça ortak olanlar önce insanlık vicdanında, ardından tarih önünde mutlaka yargılanacaktır. Türkiye olarak bu işin öncülüğünü tüm platformlarda biz yapacağız.
Gazze halkının topraklarını terk etmeme iradesine sonuna kadar destek vereceğiz. Vatanlarını, canlarını ve namuslarını koruma mücadelesi veren Gazzeliler başta olmak üzere tüm Filistin halkının can ve mal güvenlikleri sağlanana kadar hakkı söylemekten, yanlışı düzeltmekten vazgeçmeyeceğiz.
“STRATEJİK KÖRLÜKTEN KURTULMA UMUDUNU GİDEREK YİTİREN AB, TÜRKİYE’NİN KAPISINI ÇOK ÇALACAKTIR”
Uluslararası alanda Türk Devletleri Teşkilatı gibi geleceği parlak yapıların kurulmasına ve etkinliğinin artmasına ön ayak olduk. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluş gayesi olan Kudüs’ün korunması görevini hakkıyla yerine getirmesi için her zaman sorumluluk aldık. Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerde mesafe kat edemememizin sebebi Birlik üyesi kimi ülkelerin Türkiye’ye karşı aleni husumet içeren tavırlardır. AB içine düştüğü stratejik körlükten kurtulma umudunu giderek yitirmektedir. Umudunu giderek yitiren AB, Türkiye’nin kapısını çok çalacaktır.
Ekonomide elde ettiğimiz büyük başarıların son dönemde ortaya çıkan küresel krizlerin ülkemize olumsuz etkileri sebebiyle gölgelendiğinin farkındayız. İnşallah bu olumsuzlukları önümüzdeki yıldan itibaren kademe kademe ortadan kaldırarak yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla yoluyla ülkemizi büyütmeye devam edeceğiz. Özellikle enflasyonun yol açtığı hayat pahalılığını çözmekte kararlıyız. Bu süreçte refahı aşınan dar ve orta gelirli kesimlerin kayıplarını telafi etmek de boynumuzun borcudur.
“BİZ BU TARTIŞMADA TARAF DEĞİL, HAKEM KONUMUNDAYIZ”
Türkiye, Milli Mücadele dönemi hariç milletin ihtiyaçlarını karşılayacak bir anayasaya hiç sahip olamadı. Darbecilerin ve ideolojik saikler ile onlara destek olan kimi kesimlerin ülkeden ve milletten kopuk gündemleri çerçevesinde şekillenen anayasalara mahkum edildik. Uzunca bir süredir sürekli ülkemizin yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasaya olan ihtiyacını ifade etmemizin sebebi, işte bu mahkumiyeti sona erdirmektedir. Yapılan onca değişikliğe rağmen güçler ayrılığı ve güçlerin kendi içlerindeki dengeye ilişkin sorunların sürekli önümüze çıkıyor olması yeni anayasa talebimizin haklılığının işaretidir. Son olarak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında yaşanan tartışma bu gerçeği bir kez daha teyit etti. Elbette her kurum gibi yargı kurumlarının da kararları tartışılabilir. Türkiye’de, yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ, hiçbir kurum layüsel değildir, eleştirilemez değildir. Geçmişten beri, bizim de Anayasa Mahkemesi’nden, Yargıtay ve Danıştay’a kadar hemen her yargı mercinin katılmadığımız, eleştirdiğimiz kararları olmuştur. Ancak bu defa farklı bir sorunla karşı karşıyayız. Anayasa’nın 104’üncü maddesi, Cumhurbaşkanı olarak bize yürütmenin başı olma yanında, Devlet Başkanı sıfatıyla devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin etme görevi de vermektedir. Dolayısıyla biz bu tartışmada taraf değil, hakem konumundayız. Yürütmenin başı ve ülkenin en büyük siyasi partisinin genel başkanı olarak yaptığımız ve yapacağımız değerlendirmeler, bu konumumuzun gereğini yerine getirmemize asla mani değildir. Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri Anayasa’dır, yasalardır. Ancak, anlaşılan o ki, mevcut Anayasamız ve dolayısıyla ona göre şekillenen yasalarımız, bu konuda da yetersiz kalmaktadır.
Darbecilerin bundan 41 sene önce Türkiye’ye biçtiği gömlek, yapılan 20’yi aşkın tadilata rağmen, 2023 Türkiye’sine artık dar gelmektedir. Gerçi birileri bu meseleyi hukuk devleti ve Anayasa hükümleri çerçevesinde tartışmak yerine, hemen en iyi bildikleri vesayet, darbe, işgal kavramlarının arkasına saklanarak sulandırmaya çalışıyor.
“DEVLETİN BAŞI OLARAK, KURUMLARIMIZ ARASINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞININ BİR ANAYASA VE SİSTEM KRİZİNE DÖNÜŞMESİNİN ÖNÜNE GEÇECEK ADIMLARI ATACAĞIZ”
Son tartışmaya, kimin haklı kimin haksız olduğundan ziyade bu hadisenin işaret ettiği ihtiyaçların bir an önce giderilmesi için neler yapılması gerektiği zaviyesinden bakıyoruz. Bu açıdan baktığımızda da karşımıza ülkemizi bir an önce yeni Anayasa’ya kavuşturma ihtiyacının gerekliliği çıkıyor. Yeni anayasa meselesini ısrarla gündemde tutmamızın, günlük siyaset söylemi değil, hayati bir konu olduğu, bu vesileyle herhalde daha iyi anlaşılmıştır. İnşallah bu hususta Meclis’te gereken anlayış birliğine ulaşılarak yeni Anayasa çalışmaları en kısa sürede başlatılır. Tabii bu arada biz de devletin başı olarak, kurumlarımız arasındaki görüş ayrılığının bir anayasa ve sistem krizi haline dönüşmesinin önüne geçecek adımları süratle atacağız. Hem yüksek yargı kurumlarımızın temsilcileriyle hem bu konuda yetkinliği herkesçe kabul edilen hukukçularımızla görüşerek, meseleye bir hal yolu muhakkak bulacağız. Gerekirse anayasa ve yasa değişiklikleri dahil tüm yöntemleri kullanarak, tekrar böyle bir tartışmanın ortaya çıkmaması için gerekenleri yapacağız.”