23 Kasım 2024 Cumartesi

Özelleştirme mi, Kamulaştırma mı? Piyasa mı, Planlama mı?

Türkiye ekonomide hemen her konuda olduğu gibi özelleştirme programı ve uygulamalarında da sınırsız-hesapsız ve yanlış yönlere savruldu maalesef.

Ben her zaman gerçekçi, ideolojik saplantısı olmayan, ulusal çıkarları ve dünya gerçeklerini gözeten, uygulanabilir ve sürdürülebilir ekonomi politikalarından yana oldum.

Kuralsız, kontrolsüz ve denetimsiz serbestleşmenin ve piyasa tapınıcılığının yanlış olduğunu ısrarla vurguladım.

Nitekim bugün dünyada ve ülkemizde yaşananlar ve geldiğimiz nokta gösterdi ki, sınırsız, ölçüsüz, kontrolsüz piyasalar da, serbestleşme de, yabancılaşma da sakıncalıdır.

Piyasalar her şeye kadir değildir. 

Sebep oldukları zararları milletin ve kamu kaynaklarının üstüne yıkmaktan hiç sıkılmazlar.

O halde stratejik ve ulusal çıkarlarımızı gözeten, denetim ve düzenlemenin tüm kurum kuruluşlarıyla çalıştığı, doğru ve düzgün bir ekonomi politikasını oluşturmalı ve hayata geçirmeliyiz.

Ama gelin görün ki, Türkiye’de bugün bunun tam tersi yapılıyor.

Örneğin, özelleştirme, politikaları tamamıyla sat-kurtul zihniyetine indirgenerek, kârlı ve tekel niteliğindeki kuruluşlar haraç-mezat ve blok olarak yabancılara satılıyor.

Hâlbuki özelleştirme gelir-kazanç sağlamak için değil, zarar eden, rekabet gücünü yitiren, sermaye ve yatırımlarını artıramayan, özel sektörün yeterli ve rekabet edebilir olduğu alanlar için söz konusu olmalıydı yasası gereği.

Ayrıca özel sektörün ihtiyaca yeterli ve tam rekabet edebilir koşulların oluştuğu hizmet ve üretim alanlarında ise, kamunun denetim-gözetim ve düzenleme görevlerini etkin bir biçimde sürdürmesi de gerekiyor kuşkusuz ki.

Çünkü piyasalar, başıboş bırakılmaya gelmez. Kısa vadeli çıkarları ve karları için her türlü kuralsızlığa, haksız rekabete, tekelleşme ve kartelleşmeye, manüplasyon ve spekülasyona yönelmekten hiç çekinmezler.

Öte yandan stratejik öneme haiz savunma, iletişim ve bankacılık gibi sektörlerde ise, kamu payı ve kontrolünün hiçbir zaman %51’in altına düşürülmemesi gerekirdi.

Hâlbuki bugün iletişimde de, bankacılıkta da ve borsada da, yabancı payları hiçbir kontrol ve/veya limite tabi tutulmuyor.

Türkiye Cumhuriyetinin fedakârlık, özveri ve basiretle yaptığı Erdemir, Tüpraş, Petkim ya da Türk Telekom benzeri hiçbir büyük alt yapı ve üretim tesisi, son 15 yılda yapılabilmiş değil.

Türkiye elindeki avucundaki kıymet ve değerlerini haraç-mezat satan, batık ve çaresiz bir duruma sürükleniyor ekonomik olarak.

Hâlbuki bugün (özellikle Doğu ve Güney Doğu’da) hayata geçirilmesi elzem olan 2. Nesil KİT’lere ihtiyacı var Türkiye’nin.

Haksızlıkla, hukuksuzlukla ve partizanlıkla satılan, özelleştirilen ve/veya devredilen ekonomik kamu ve kuruluşlarına yeniden sahip çıkılması gerekiyor.

Türkiye’de, özelleştirme yasası bugün yürürlükte olduğu gibi, gerektiğinde kamulaştırma ve/veya devletleştirme için de yasal altyapı mevcut durumda.

Üretim ve hizmetin ülke çapında kamu ihtiyacına hitap etmesi, bu üretim veya hizmetin, rekabet ve başka yollardan ikame edilmesi imkânın olmaması ve bu hizmet veya üretimin yavaşlatılması ve durdurulması nedeniyle kamunun zarar görmesi halinde, kamu hizmeti niteliğini taşıyan özel teşebbüs ve kuruluşların da kamulaştırılması ve/veya devletleştirilmesi mümkündür.

Biz artık özel-kamu karşıtlığı, piyasa-planlama çatışması yerine ülke ve kamu yararı esas alınarak bunların yerine ve koşullarına göre, belli bir program dahilinde ve dengede yürütülebileceği, yeni bir ekonomik program ve politika değişikliğine yönelmeliyiz.

Bakınız bugün, Çin Devlet Başkanı Davos’ta ekonomide serbest rekabeti ve küresel ticareti savunurken, ABD’nin eski Başkanı ve yine Başkan adayı Trump ise, korumacı ekonomi politikaları uygulamayı ve ekonomiye kamu müdahalesini gündeme getiriyor. Bu durum ilk bakışta çelişki gibi görünse de, dünyada yeni ve farklı bir karma ekonomi arayışının ne denli önemli ve gerekli olduğunu gösteriyor.

Bu bağlamda, hatalı, kamu yararı olmayan, stratejik çıkarlarımıza aykırı, tekel niteliğinde ve karlı olan kamu kuruluşlarının hukuksuzluk ve/veya usulsüzlükle yapılan satışlarının iptali için yasal soruşturmalar sonucunda, kamulaştırma ve/veya devletleştirme yöntemlerini kullanabiliriz.

Elbette ki bugün, gümrük duvarlarının arasına saklanan, rekabet ve verimlilikten uzak, her şeyi üreten ve ticaretini yapan katı bir devletçi ekonomik anlayış akılcı ve sürdürülebilir değildir.

Ama bugün olduğu ve yaşadığımız gibi, altta kalanın canının çıktığı, sıcak para-ağır borçlanma ve ithalatla sürdürülen bir tüketim ve israf ekonomisinin, kumarhane kapitalizmine dönüşen bir ekonomik yapının ve ahbap-çavuş kapitalizminin de sürdürülmesi imkânsızdır, zararlıdır ve tehlikelidir.

Çünkü kendi üretim dinamiklerini gözetmeyen, ulusal çıkarlarını yok sayan, sınırsız yabancılaşmaya, kuralsız piyasacılığa, ölçüsüz serbestleşmeye, kontrolsüz finansal deregülasyonlara boyun eğen ekonomiler, bugün bizim de karşı karşıya kaldığımız gibi, tıkanma-çökme-yoksullaşma ve hatta ekonomik iflasa sürüklenebilirler.

O nedenle, ideolojik saplantılardan uzak, ulusal çıkarlarımızı, milli ekonomiyi, içinde “insan” olan ekonomik programları ve uygulamaları hayata geçirmeliyiz.

Bunun için de Atatürk’ün büyük bir isabetle ve öngörüyle uyguladığı ve başarılı olduğu “Karma ekonomik” modele doğru yeniden yönelmeliyiz. Ülkenin, ekonominin ve insanımızın ihtiyaç ve öncelikleri esas alınmak suretiyle,  yerine ve gereğine göre özelleştirme de düşünülebilir -Devletleştirme de yapılabilir. Planlama da yapılır- piyasa rekabeti de. Özel sektör de yapabilir,03 kamu da.

Yani, kesin ve keskin ayrımlara, ideolojik dayatmalara ve neo-liberal ezberlere hiçbir şekilde gerek yok.

H. Ufuk Söylemez

Kaynak: FLASH HABER TV