Site icon Flash Haber

“Papatya Gazeteciler”’den, “Düşkün Gazeteci”’lere…!

25 Ekim Cuma günü BRİCS toplantısı dönüşü biliyorsunuz TUSAŞ saldırısı sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a soru sorulmamıştı herkes merakla Erdoğan’ın bu konuyla ilgili ayrıntılı olarak ne diyeceğini merakla bekliyordu.

Kolay mı bir uçak dolusu gazeteci götürülmüştü BRİCS toplantısına. Yandaş, mandaş her neyse ancak bu soru kaçmazdı çünkü bütün ülkenin, özellikle siyasi çevrelerin merakla beklediği sorular sorulacak ve kamuoyu aydınlanacaktı (Bu arada şunu belirteyim.2006 yılından bu yana Erdoğan’ın uçağına; muhalif medya,özgür medya, bağımsız medya, tarafsız medya, ortadan yazan medya dahil hiçbir aykırı ses alınmıyor. Bu da yetmezmiş gibi; 35 yıllık bir gazeteci olarak son 22 yıldır ne Cumhurbaşkanlığı sarayını ne de AKP Genel merkezini görmek kısmet olmadı.20 yıl gazetecilik 15 yıllık aktif TV yayıncılığı yapan bir gazeteciyim sürekli basın kartım var, Gazeteciler Cemiyeti ve Parlamento Muhabirleri Derneği üyesiyim).

Gerçi umudumuz azdı çünkü Erdoğan’ın gezi dönüşü açıklamalarında şöyle bir prosedür uygulanıyordu. İletişim başkanlığı özenle seçilen gazetecilerden dönüş öncesi sorular toplanıyordu, hangi soruların daha anlamlı ve daha önemli! olduğu gazeteci arkadaşlara vurgulanıyordu. Sorular (önceden haber alınmış, süzgeçten geçmiş, beyefendiyi kızdırmayacak) sorulurken herhangi bir biçimde teyp kaydı, cep telefonlardan kamera kaydı zinhar yasaktı. Sohbet bitince ortadaki tek kayıt cihazı İletişim başkanlığı tarafından Anadolu Ajansına yönlendiriliyordu. Anadolu ajansı bu ses kaydını çözdükten sonra İletişim başkanlığına gönderiyordu, iletişim başkanlığı Dünya liderimizin kazayla söylediği yanlış anlaşılacak sözleri ayrıca cımbızlayarak düzeltip yeniden Anadolu Ajansına yolluyordu, Anadolu Ajansı saat ambargolu olarak geziye katılan; uygun,uyumlu,sorunsuz, gazeteci meslektaşlarıma servis yapıyordu. Ve bu haber medyaya dağıtılıyordu. Şimdi geziye katılan bir tek meslektaşım hayır böyle yapılmıyor desin mesleği bırakmaya hazırım.

Yine de heyecanla bekliyorduk benim yayın 15.30’da başlayacaktı özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın MHP Genel başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Apo gelsin DEM grubunda konuşsun” sözlerine yanıt olarak TUSAŞ’a yapıldığı iddia edilen alçakça terör saldırısının gerekçelerini açıklarken Bahçeli’nin bu sözlerinin Cumhur ittifakını bağlayıp bağlamayacağı ya da saldırıda etkili olup olmadığı konusunda en üst düzeyde fikir sahibi olacaktık.

Haber düştü ancak o da neydi. Ne Bahçeli’nin sözleri, Ne Abdullah Öcalan’ın meclise gelip gelmeyeceği, ne de bu grup konuşmasıyla ilgili tek satır yoktu. Tekrar tekrar okudum haberi yok…Yanlışlık olmuştur diye Duvar,Diken,T-24, Birgün, Sözcü’ye baktım (çünkü biliyordum ki yandaş medya zaten böyle bir şey olsa bile oto kontrol yöntemiyle bunu görmeyecek) yine yok.

Sadece Cumhuriyet’te şöyle bir cümle var;

“Uçaktaki hiçbir gazeteci, Erdoğan’a MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son grup toplantısındaki ‘Öcalan’ çıkışını sormadı, sorulduysa da metinde yer almadı.”

Hani Özgür Özel diyor ya; Normalleşme-Yumuşama…Bu anlayışla mı…?

Bakın mesleğini namusuyla yapan gazeteci meslektaşlarımızın da kalbini kırmadan çok kısa bir özet geçeyim:

“1984 yılında başlayan Özal’lı yıllarda yine bu tür gazeteciler vardı. Fıkra gibi ama anlatayım; Başbakan Turgut Özal’ın eşi Semra Özal kadınlar için ‘Papatyalar’ diye bir vakıf kurmuştu. Bu vakıf sadece kadınlara açıktı. Ancak bu vakıfta 4 erkek gazeteci de yer almıştı.Bu 4 gazeteciden lider konumundaki arkadaş; Özal’ı yere göğe sığdıramayan gayretlerinin sonucu Ankara’nın müstesna semtinde Semra Özal’ın katkısıyla bir de ‘Özal’ı Sevenler Derneği’ olarak tanımladığı bir de mesleki dernek kurmuştu. Ta ki bürokratları, iş adamları bu derneğe çağırıp avanta toplanmaya başlayıncaya kadar. İşin cılkı çıktı ve Semra Özal kendi eliyle derneği kapattı. Ama Özal döneminin bu açıkgöz-tüccar gazetecileri Özal rahmetli olana kadar bu işlerden vaz geçmedi.Tablo aynıydı; Özal’ın omzuna papağan verip ‘Turgut’ diye bağırttırmaya çalışıp fotoğraf çektiğini iddia edenler mi istersiniz, Özal’ın terlik ve şortla askeri kıta teftiş etmesini ‘Sivilleşmenin ve demokratikleşmenin en büyük adımı’ olarak yazıp gazetesine gönderen mi. Hatta bu grubun bir uyanığı sonradan siyasete atılmaya çalışan bir medya patronuna genel merkez binası bile pazarlamıştı. Tabi ki komisyonuyla. Zaten gruptaki mensuplardan biri çoktan iktidarın dümen suyuna girip milletvekili bile oldu. Bir ara Kemal Kılıçdaroğlu’nu bile kafalamışlardı; ‘Atatürkçü Gazeteciler’ diyerek. Tabi avantası kurdukları saçma sapan sitelere para aktarmaktı. Kılıçdaroğlu’nun derin siyaset anlayışını! göz önünde tutarsanız hasılat fena değildi”

Yani Özal döneminin “Papatya Gazetecileri”, yerini yandaş bir gazeteciye kendi aile yakınları tarafından yakıştırılan “Düşkün” gazetecilere bıraktı.

Recep Tayyip Erdoğan’a kızmıyorum. Böyle elinde bir maden varsa hangi siyasetçi olsa ucundan kazır ve işlemeye başlar…

Harama bulaşmadan yandaşlık yapan gazeteci meslektaşlarıma da kızmıyorum; demokrasinin ve hukukun bittiği bir ülkede önünüzde iki seçenek var; ya direnirsiniz, ya da teslim olursunuz…

Galataport’u medya patronlarına hediye eden, Marinaları avantadan dağıtan, maden ve kömür yataklarını peşkeş çektiren, Milli Piyango, sayısal loto, İddaa gibi para basan kuruluşları “Al da benim bankama olan borcunu milleti soyup öyle öde” diyen bir anlayış varsa gazeteci ne yapsın….

Direnebilmek her babayiğidin harcı değildir…

Ama Fetullah Gülen döneminde gazetecilik yaptığını ileri sürerek “sana kurban olayım” diyerek adamın bankasından bile para aşıran, ya da günümüzde “hayvan çiftliği kurdum” diyerek devletin bakanlığından avanta toplayanlara söylenecek çok söz var…

Amerika’da bir söz vardır; kalemini, mesleki bilgisini, kendi ülkesinin geleceğini yok sayanlar için..

“Public Enemy”…

Allah kimseyi bu duruma düşürmesin…

 

Exit mobile version