22 Eylül 2024 Pazar

Diren Kahkaha! (+18)

Bir rejim, onda mizaha, hele de muktedirleri eleştiren mizaha yer yoksa; çökmeye mahkum bir kulübeye benzer.

(Bu sözü kim söylemiş diyenler için: Ben söyledim.)

Ortaçağ din rejimleri müziğe ve mizaha düşmanlardı. Müslümanı, Hristiyanı fark etmez. Umberto Eco’nun meşhur Gülün Adı romanını veya onun filmini izleyin. Bunu anlatır.

Eski dinciliği yeni bir esvaba sığdırmaya çalışan istibdat rejimleri böyledir mesela… Gülmeye savaş açarlar.

Sultan 2. Mahmud kahvehanelerdeki meddahları takibe aldırmıştı. 2. Abdülhamid döneminde yine durum az çok böyleydi. Kimi zaman Karagözcülerin (gölge oyuncuları) bile başı derde girebiliyordu. Gazetelerde muktedirleri eleştiren mizah ise ne mümkün!

Ama buna rağmen bir Şair Eşref çıktı ve bakın daha birçoklarının yanında şu hicviyeyi de yazdı:

Padişahım! Bir dırahta (ağaca) döndü kim guya vatan,

Her gün bir baltadan bir şahı (dalı) hâli kalmıyor (kurtulmuyor).

Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi.

Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor.

(Abdülhamid döneminde düşmana kaybedilen topraklar –ki şimdi yok deniyor- için zamanında yazılmış bir eleştiri)

Ondan evveli zamanda da Namık Kemal, Rus yanlısı ve yolsuzluklarıyla meşhur, Nedimoff lakaplı sadrazam Mahmud Nedim Paşa’ya, onu açgözlü bir dişi kediye benzeten “Hirrename” yi yazabilmişti.

Çok daha önceleri Şair Nefî’nin (1572-1635)  dönemin sadrazamlık yapmış güçlü kişileri hakkında bile, yenilip yutulmaz hicviyelerini saymıyorum. Misal,  Gürcü Mehmet Paşa hakkındaki hicviyesinin her beyti “A köpek!” deyişiyle biter ve bu da şiirdeki en hafif ifadedir.

Yahut Osmanlı’nın büyük şairi Baki’nin kendisini, güya bir şiirle, sürgüne gönderen Kanuni Süleyman’a yazdığı şu cevabın benzerini, bugün bir yürek yemiş zat Tayyip Erdoğan’a yazabilir mi?

(Padişah şöyle yazmıştı:  Baki-i bed… /Nefy-i ebed/Bursaya red. Özetle “O kötü Baki müebbeden Bursa’ya sürülsün!”)

Büyük şair şöyle cevap vermişti:

Baki bed, azli ebed, nef-i beled

Oldu isen ey Baki

Cihan mülkü Süleyman’a değil baki

Şeha!

Azlimde ısrar ve tehevvür eyledin amma

Buna çerh-i kemin derler

Ne sen bâki ne ben bâki…

Hadi biri, herhangi bir haksızlık duygusuyla benzerini Sayın Erdoğan’a yazsın, bakalım soluğu mahkemede sonra da kim bilir hangi hapishanede alıyor mu almıyor mu?

TEK PARTİ VE POLİTİK MİZAH

Geçelim Osmanlıyı 1930’lar 40’ların tek parti döneminde bile yapılan mizah bugün yapılabilir mi?

Mesela Hüseyin Rıfat Işıl’ın Türkiye’nin en zor zamanlarında, tek parti döneminde en uzun süreli görev yapan kudretli maliye bakanlarından Ali Fuat Ağralı’nın vergi reform tasarısı hakkındaki (Dikkat sinkaf içerir + 18) şiiri:

(Ağralı) verginin ıslahına kalkmış yeniden

Vergi ıslahı işi doğrusu eksik gibidir

Pek karıştırmasın Allah için olsun bu işi

Ele aldıkça büyür, vergi de s.. gibidir

Mesela bunu bugün Mehmet Şimşek’in son sözüm ona vergi reformu için yazabilir misiniz? Gelsin davalar, gelsin gözaltılar; en azından internetteysen gelsin hemen erişim engeli; TV’de isen RTÜK yakar çıranı…

Halbuki tek parti döneminde Atatürk hakkında bile ve bizzat bazen Atatürk’ün kendisi tarafından mizahi eleştiri eksik değildi.

Bir tane aktaralım; Falih Rıfkı Atay’ın bir hatırasından naklen…

Ahmet Rasim‘in bir hikâyesiydi bu. Yeşilay Derneğinin bir toplantısında konferansçı sorar:

Sevgili dinleyicilerim, bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova rakı koysanız hangisini içer?

Hemen biri cevap verir:

— Tabiî suyu…

— Neden?

Bir keyif ehli de orada imiş. İkinci cevabı o verir:

— Eşekliğinden!

Atatürk hikâyeye bayılırdı. Sık sık tekrar ederdi. Bir akşam çiftlikte eski küçük köşkün önünde oturuyorduk. Uzakça duran bir işçi çocuğu bizi seyrediyordu. Atatürk:

— Gel çocuğum buraya… dedi.

Çocuk sofraya yanaştı. Atatürk sordu:

— Bir eşeğin önüne bir kova su bir kova da rakı koysalar hangisini içer?

Çocuk önümüzdeki kadehlere bakarak:

— Rakıyı efendim, demesin mi?

Atatürk gülerek:

— Aman «neden olduğunu sormayalım»

ÇOK PARTİ ÇOK MİZAH

Gelelim çok partili döneme…

Çok partili dönemde Kıbrıs bunalımı sırasında İngiltere’yi ziyaret eden Demirel’e dönüşte

–Efendim İngiliz Dışişleri Bakanı’nın elini sıkmışsınız diye soran gazeteciye

– Ya neresini sıksaydım

cevabını…

Erdal İnönü’nün seçim otobüsünün yanında koşarken

–Senin için ölürüm diyen partiliye

– Ölme, ölme; bir oy bir oydur!

takılmasını nasıl unuturuz?

Demirel fıkraları, Erdal İnönü fıkraları başlıbaşına bir külliyat idi; şimdi Külliye hakkında iki fıkra yazın da görün ne olacağını… Herkesin bir zamanlar bayıldığı, filmlerinin hâlâ televizyonlarda ilgiyle izlendiği Zeki (Alasya)-Metin (Akpınar) ikilisi bugün olsa meşhur olabilir miydi? Taksim Sıraselviler’de, hemen sağ kolda kurdukları Devekuşu Kabare tiyatrosunda esprilerin büyük çoğunluğu devrin politikacılarının taklit ve hicivleri değil miydi?

Kabare demişken…

Yahu Nazi döneminde bile kabarelerde türlü baskıya rağmen politik mizah ve iktidar hicvi mevcuttu. Münihli kabare komedyeni Weiss-Ferdl ve Berlin’de Katakombe kabaresindeki Werner Finck öne çıkan iki isimdi. Üstelik Finck’in tersine Ferdl’in arası Nazilerle kötü de değildi; ama gösterisine 3 domuz çıkarıp şu espriyi yapabilmiştir:

Frau Mann (Bayan Mann), Fraulein (hanım kızımız) Mann ve bu da (3. domuzu göstererek) Herr Mann (Bay Mann);

Tabii kastedilenin bir domuz kadar şişko olan Hermann Göring olduğunu anlayan seyirciler alkışlar arasında kahkahayı basar.

Onlar kahkahayı basar ama Weiss-Ferdl derhal tutuklanır ve Dachau toplama kampına gönderilir.

Bir hafta orada tutulduktan sonra serbest bırakılır. Aynı temsil yeniden oynamaktadır. Yine sahneye 3 domuz gelir. Bu kez takdim şöyledir:

Bu Frau Mann, Bu Fraulein Mann ve bu da; Dachau’da 1 hafta geçirmeme neden olan şişko domuz!

Yeri gelmişken bu mizahçının her şeye rağmen, Nazi döneminin sonuna kadar serbestçe icra-i zanaat eylediğini de söyleyelim.

Yahu bizde Nazi rejimine öykünen çakma Atatürkçü Kenan Evren devrinde bile Can Yücel “Kabaramazsın Kel Fatma/ Atan güzel Sen Çirkin

diyebiliyor…

Everenin Atatürk özentiliğine karşı mizah dergilerinde Mustafa Kamil Zorti adlı hayali kahraman vasıtasıyla “Kenan Paşa” hicvedilebiliyordu.

GELDİK BUGÜNE

Gelelim bugüne…

En meşhur mizahçılarımızın, ki şimdilerde adları artık meddah değil stand by’cı oldu, politik espri yapmaktan ödleri patlıyor.

En meşhur politik esprimiz: Silivri soğuktur!

“Soğuk espri” dediğin böyle olsa gerek…

Gezi’yi niye unutamıyorlar biliyor musunuz? Sokaklarda yüzbinlerce insan yürüdüğünden değil…

Gezi’de protestoculara kullanılan “orantısız şiddet”e cevaben, onlar da “orantısız mizahî zeka” kullandıkları için…

Bir ülkeyi susturabilirsiniz; bir süre…

Binlerce hakaret davası açar, sokak röpü veren sıradan vatandaşı hapse atabilirsiniz bir süre…

Ama bütün bunlar sadece sizleri küçük düşürür; sizin ne kadar renksiz, ne kadar soğuk kişilikler olduğuna dair bir yaygın kanaat oluşturur sadece…

E, ama burası Nasreddin Hocaların, Oflu Hocaların, Bekri Mustafaların, İncili Çavuşların ülkesi be birader! Onlarla kavga ederseniz, Kemal Sunal’la, Adile Naşit’le, Metin Akpınar’la kavga ederseniz…

Valla ne olacağını ben değil seçim sonuçları, anketler söylüyor; onlara da inanmıyorsanız boyuna çarpıttığınız tarihimizi bir gerçek kaynaktan hiç değise yek kerre okuyun.

Nasreddin Hoca’yı yenemezsiniz…

Bu milletin gönlünden mizahı, neşeyi silemezsiniz.

Benden söylemesi.

Kaynak: FLASH HABER TV