DSP Genel Başkanı Aksakal’dan Bahçeli’ye: “İmralı sakininin, Gazi Meclis’te PKK terör örgütüne teslim ol çağrısı yapmasını beklemesi, akıllara durgunluk verecek bir tutumdur”
17 Ekim Perşembe akşamı DEM Parti yönetimi medyanın yayın yönetmenleriyle bir toplantı yaparak şimdilerde “yeni Çözüm Süreci” denmeye başlanan gelişmeleri değerlendirdi.
Toplantı bir akşam yemeğini de içeren dar bir toplantıydı. Herhalde 20 civarında katılımcı vardı. (Daha iyi sayan bir gazeteciye göre tam 18 kişi) Gece moderatör işlevini Antalya MV Saruhan Oluç yaptı. Konuşmacılar ise iki eşbaşkan Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’dı.
Toplantı gazetecilerin soruları ve iki eşbaşkanın o sorulara oldukça samimi cevapları şeklinde yaklaşık üç saat sürdü.
Toplantının önemli bir özelliği de DEM Partili isimlerin Selahattin Demirtaş, Selçuk Mızraklı, Figen Yüksekdağ gibi tutuklu isimlerle görüşmelerinin hemen ardından yapılmasıydı. Yani “içerdeki”lerin de görüşlerini bir dereceye kadar aktarmış oldular.
Devlet Bahçeli’nin önce tokalaşması sonra Öcalan’a çağrı yapması ve Erdoğan’ın da çözüm sürecini çağrıştıran kimi ılımlı demeçleri ve nihayet Amberin Zaman’ın Öcalan’la görüşmelerin zaten başladığına ilişkin haberi, bütün bunlar gazetecilerin soruları arasındaydı. Benim sorum bu “yeni süreç”in iktidarın Anayasa değişikliği tasarısı ile ilgisinin olduğunu düşünüp düşünmedikleri üzerineydi. Yani iktidarın kendi istediği ve gerekirse ilk 4 maddede değişikliği de açık veya örtülü yolla yapmak; aynı zamanda da Erdoğan’ın yeniden aday olma ve seçilme yollarını kolaylaştırmak adına bir anayasa değişikliğine DEM Parti’nin desteğini almak gibi bir düşüncesi varsa…
İşte bunun şimdi aniden ortaya çıkan bu yeni “süreç”le ilgisi ne kadardı?
Tuncer Bakırhan bu ikisinin pek de ilgili olmadığını ileri sürdü. DEM yönetiminin konuyu ele alışı, daha çok, İsrail’in yol açtığı yeni Orta Doğu krizi nedeniyle “devlet aklı”nın Kürtlerle hasımlığa değil de hısımlığa” daha çok ihtiyacı olduğu yönünde…
Henüz ortada bir “süreç”in olduğu konusunda da tereddütleri var. İktidar kanadına bir güvensizlikleri olduğu aşikâr… Parti yöneticilerinin gözaltına alınmalar, hapishanelerdeki hasta tutuklu ve hükümlülerin durumları, kayyum uygulamalarının devamı, tüm bunlar güvensizliği DEM cephesinde sürdürüyor.
Daha ilginç olan ve toplantıda gülüşmelere neden olan bir anlatı da Bahçeli’nin tokalaşma anı ile Tuncer Bakırhan’ın söyledikleri.
BAHÇELİ BAKIRHAN’I NASIL ŞAŞIRTMIŞ?
Anlaşılan kendisi de buna bir hayli şaşırmış. Bakın “olay” anını nasıl anlatıyor:
“Bahçeli’nin gelip elimizi sıkması, Türkiye barışının sağlanması gibi bir açıklama yapması beklediğimiz bir şey değildi. Grup Başkanvekilimiz Gülistan Hanım yanımda duruyordu. Kulağıma eğilerek “Başkan Bahçeli iki defa mimikleriyle selam vermeye çalıştı” dedi. Ben de “Niye sana selam versin, başka yere bakıyordur” dedim. Meğer doğruymuş.”
Yani olay sürprizmiş, öncesinde bir hazırlık yokmuş. En azından DEM cephesinde yokmuş.
Eşbaşkanlar Amberin Zaman’ın haberinde var olduğu iddia edilen, Öcalan’la, Kandil ile ve bu ikisi arasındaki görüşmelerden de habersizler.
YOL TEMİZLİĞİ ŞARTI
Henüz bunun bir yeni bir “çözüm süreci”, hatta sadece bir “süreç” olup olmadığından da emin değiller.
Tülay Hatimoğulları bu kez bir sürece doğru evrilebilmesi için önce bir “yol temizliği”nin gerektini vurguladı.
Yol temizliği için istedikleri şöyle sıralandı:
“Yol temizliği dedik. Nedir bunlar; düşünün ki biz bir tweet yüzünden ömür boyu ceza verilmiş eş başkanlarımızla cezaevinde görüşüyoruz. Partimiz HDP hakkında kapatma davası açılmış. Barışı ve demokrasiyi biz hapishanede konuşuyoruz. Bu bile Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloyu anlatmak için yeter de artar. O bakımdan somut olan şey nedir? Biz AİHM kararlarının uygulanmasını hep söyledik. Hem Gezi hem Kobani tutukluları için AİHM kararlarının uygulanması bir göstergedir. İmralı tecridinin ortadan kalkması, orayla görüşmenin sağlanması Kürt sorunun çözümü için olmazsa olmazdır.”
ROJAVA ŞARTI
Tuncer Bakırhan’ın bir konuşması ise DEM açısından, yeni “süreç”in belki de en önemli şartını ortaya koyuyordu:
“Şimdi burada kilit nokta Kuzeydoğu Suriye’dir. Biz de önemsiyoruz. Burada barış eli orada top tüfek olmaz. Yüz yıl önce aynı köy aynı akrabalarız. Bir gecede oraya sınır çekiliyor, oraya Suriye, buraya Türkiye bayrağı dikiliyor. Oraya duyarsız kalın, girelim, katledelim, oradaki paramiliter, cihatçı güçler vs. İşte kırılma noktası tam da orada oldu. Yoksa burada Kürt meselesinin çözümünde burası en kolayıdır. Kürtler burada toprağa bayrağa dayalı bir şey istemiyor. Ana dilini özgürce konuşmak istiyor, eğitim almak istiyor. DEM Parti’nin Türkiye’nin bayrağı ile değerleriyle, sembolleriyle bir sorunu yok. Demokratik anayasa yapılırsa, yerel yönetimler reformu… Kürtler bir çözüm kardeşlik, birlikte yaşama inanmasıdır çözümü kolaylaştıran.”
Özetle istenen Kuzey Suriye’de kurulan PYD/YPG ağırlıklı Rojava yönetimine yönelik bir tehdidin olmaması; oranın “statü”sünün Türkiye tarafından kabulü.
Doğrusu bu yeni çözüm süreci bir bakıma kolay bir bakıma ise çok zor.
DEM’in önemli bir vurgusu da sürecin toplumsallaştırılması dedikleri şey. Kast edilen sadece hükümetle bir pazarlığa indirgenmeyip, bütün toplumsal kesimlere bunun anlatılması ve onların desteğinin alınması.
Evvelki “çözüm süreci”nin önemli bir sorununu “şeffaf olmayışı olarak görüyorlar ve bu kez şeffaf bir süreç talep ediyorlar.
CHP OLMAZSA OLMAZ VURGUSU
Diğer yandan muhalefet ve özellikle sık sık “artık Türkiye’nin 1. Partisi” vurgusunu yaptıkları CHP’ye de seslendiler. CHP’nin önceki çözüm sürecini desteklemeyişine atıf yapıp, şimdi Özgür Özel’in ilk tepkisini çok olumlu karşıladıklarını söylediler.
(Yeri gelmişken Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP o zamanki çözüm sürecini tam da şeffaf olmaması nedeniyle eleştirmişti; o zamanki HDP yönetimi ve AKP ile temastaki, “akil insanlar heyeti” mensupları dünyadaki bütün benzer müzakerelerin şeffaflıktan uzak yapıldığını ve bunun normal olduğunu iddia etmişlerdi.)
Eşbaşkanlar’ın bir önerisi de TBMM’de bir “Barış Komisyonu” kurulması ve hâttâ CHP’nin bu komisyonun başkanlığını yürütmesi. Buna rağmen şimdiki CHP’ye Kürt sorunu konusunda eleştirilerini de ifade ettiler. Ama ana muhalefet partisinin Türkiye’nin en önemli ve köklü sorunlarından biri hakkında mutlaka bir fikri olmalı, programı olmalı; Türkiye’nin birinci partisinin bir fikri yoksa bu anormal bir durumdur, eksikliktir diyorlar.
GELELİM PKK’YA…
Bir başka konu PKK konusu…
DEM yöneticileri toplantıda bir taraftan bu yeni süreçte pasif olmayacaklarını sürekli vurguladı, diğer taraftan da PKK’ya bir silah bırakma çağrısı yapmayacaklarını söylediler.
“PKK’ye silah bırakın diyemeyiz. Biz PKK’li değiliz. Onlar adına konuşamayız. Örgütün lideri tecrit altında. Örgütün elinde silah var ve bunun çözülmesi isteniyorsa başka bir şeylerin devreye girmesi gerekiyor.”
Doğrusu PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmak için PKK’lı olmak mı gerekiyor bunu anladığımı söyleyemem. Ne de “çatışma”nın ana ekseninde inisiyatif almadan pasif kalındığı iddiasına nasıl cevap verilir, ona da ikna olmuş değilim.
KUZEY IRAK IKB SEÇİMLERİ
Bir başka konu da kısa bir süre sonra, 20 Ekim’de gerçekleştirilecek Kuzey Irak’taki Federe bölgedeki seçimler. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani’nin 2 gün önce Ankara’yı ziyareti ve Erdoğan ile Fidan’la yaptığı görüşme.
PKK’nın Barzani yönetimiyle arasının çok bozuk olduğu ve rakibi Bafıl Talabani’nin YNK’sını desteklediği biliniyor. Tülay Hanım da bir soru üzerine IKB seçimlerinde YNK’nın daha şanslı olduğunu düşündüklerini söyledi.
Bu konudaki konuşmasında yine de “ulusal birlik”in önemini de vurguladı. Kast edilen adı konmasa da “Kürt ulusu”nun birliği… Fakat dün geceki aynı konuşmada Türkiye sözkonusu olduğunda “demokratik ulus”un önemi de vurgulanmıştı. Demokratik Ulus Öcalan’ın fikri demokratik modernite kavramı üzerinden geliştirdiği ve İmralı notlarında şöyle açıkladığı bir tez:
“Demokratik ulus, hiçbir ulusun başka bir ulusa tahakküm kurmadığı, üstünde olmadığı, zorla asimile etmediği ulus anlayışıdır. Halklar, kültürler birbirleriyle gönüllü bir şekilde ilişki kurarlar, iç içe geçerler, birbirlerini yok etmezler, birbirlerinin yaşamsal varlıklarına saygılı karşılıklı birbirlerini beslerler. Demokratik ülke veya demokratik vatanda ise sınırlara takılmadan, herhangi bir sınır problemi yaratmaksızın birlikte yaşama vardır. Demokratik cumhuriyet ile bu tamamlanır. Bu anlayışımız Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için de geçerlidir.”
Aynı kaynakta 3. Blok adı verilen bu tezin ANAYASA’DA yer almasının çözüm sürecinin olmazsa olmazı olduğu vurgulanıyordu.
(https://demokratikmodernite.org/ucuncu-yol-ve-demokratik-ulus-cozumu/)
Şimdi iki soru gündeme geliyor. DEM’in veya Öcalan’ın anladığı mânâda bir yeni çözüm süreci ilk 4 maddesini tadilini içeren bir anayasa değişikliği olmadan mümkün mü; diğeri ise Öcalan tarafından talep edilen “yeni bir cumhuriyet”in dayandığı “demokratik ulus”un nasıl bir ulus olacağı? Kürt ulusunun birliği mantalitesi çözüm sürecinin temeli olabilir mi mesela?
Bu soruları sormaz, geçen “çözüm süreci”nin neden başarısız olduğunu ciddi olarak irdelemez isek ülkede yeni hayal kırıklıkları ve yeni “kandırılma”lardan başka bir şey çıkmayabilir.
Halbuki Kürt halkının insani ve bir halk olarak hakları mühimdir. Türkiye ve bütün çevre coğrafyadaki barış mühimdir. Kaynakların savaşa değil bu coğrafyadaki halkların refahı için harcanması mühimdir.
Bu iktidar cenahından bir basit siyasi numara, yeni bir kandırma hamlesi olarak tasarlanmış bile olsa bunu ciddi bir yöne sevk etme çabası mühimdir.
Ne var ki yanlış öncüllerden doğru bir akıl yürütmeyle bile doğru sonuç çıkmaz. Ben dün gece DEM Parti’de önemli bulduğum bile iyi niyet gördüm; ama geçmişin doğru değerlendirildiği yönünde önemli bir ilerleme görmedim. Özellikle süreçte figüran gibi değil ana aktör olma iradesi anlamında…
**
Birisi bir zamanlar şöyle demişti:
Savaş generallere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir!”
Ben de şöyle diyeyim:
“Barış, savaşan taraflara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
Kaynak: FLASH HABER TV