“MAFYANIN YOL KESME TUTANAKLARI” HABERİNE SORUŞTURMA VE ERİŞİM ENGELİ
YARGITAY BAŞKANI AKARCA: “YÜRÜTME VE İDARENİN MAHKEME KARARLARINA UYMA ZORUNLULUĞU HUKUK DEVLETİ OLMANIN EN BELİRGİN ÖZELLİĞİDİR”
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Adli Yıl Açılış Töreni’nde; “Yürütme ve idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğu hukuk devleti olmanın en belirgin özellikleridir. Yasama, yürütme ve yargı olmak üzere devletin organları arasındaki ilişki, Anayasa’da açıkça belirtildiği gibi karşılıklı saygıya dayalı olmalıdır” dedi. Siyaset ve bürokrasinin devam eden yargılama süreçlerine ilişkin yorumlarının yargı otoritesinin zayıflamasına, masumiyet ilkesiyle lekelenmeme hakkının ihlaline yol açtığını kaydeden Akarca, “Darbecileri ve yandaşlarını çeşitli şekillerde himaye eden bazı yabancı ülkelerin ve bunların uzantılarının devam eden FETÖ yargılamaları nedeniyle Türk yargısını karalamaya yönelik faaliyetleri yoğunluk kazanmıştır” dedi.
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Yargıtay Başkanlığı Konferans Salonu’nda düzenlenen 2022-2023 Adli Yıl Açılış Töreni’nde konuştu. Akarca, şu görüşleri dile getirdi:
“Bizler, insan hakları anlayışımız çerçevesinde milyonlarca sığınmacıya kucak açan her türlü felakette dünyanın değişik ülkelerine insani yardımlarda öncülük eden bir ülke olarak çocuklarımıza ve torunlarımıza yüz kızartıcı bir özür mirası değil, aksine haklı bir gurur mirası bırakmanın vicdani rahatlığını yaşıyoruz. Savaştan ve zulümden kaçarak ülkemize sığınan insanların can güvenliklerinin sağlanması koşuluyla ülkelerine geri döneceği güne kadar gerekli sabrı ve hoşgörüyü göstermeliyiz. Irkçılığı kışkırtacak davranışlar bize yakışmaz. Bilge devlet adamı Aliya İzzet Begoviç’in ifade ettiği gibi, ‘Biz de zalimlerden olursak zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz.’
“SİYASET VE BÜROKRASİNİN DEVAM EDEN YARGILAMA SÜREÇLERİNE İLİŞKİN YORUMLARI YARGI BAĞIMSIZLIĞINI ZEDELEMEKTEDİR”
Hukukun temel işlevi, toplumsal barışı ve düzeni sağlamaktır. Hukuk devleti olmanın ön koşulu ise yargı bağımsızlığıdır. Hakim bağımsızlığının bir anlamı olabilmesi için aynı zamanda teminatlı olması da gerekir. Yürütme ve idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğu hukuk devleti olmanın en belirgin özellikleridir. Yasama, yürütme ve yargı olmak üzere devletin organları arasındaki ilişki, Anayasa’da açıkça belirtildiği gibi karşılıklı saygıya dayalı olmalıdır. Siyaset ve bürokrasinin devam eden yargılama süreçlerine ilişkin yorumları yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığını zedelenmesine, yargı otoritesinin zayıflamasına, masumiyet ilkesiyle lekelenmeme hakkının ihlaline yol açmaktadır.
“FETÖ YARGILAMALARI NEDENİYLE TÜRK YARGISINI KARALAMAYA YÖNELİK FAALİYETLERİ YOĞUNLUK KAZANMIŞTIR”
Yargı bağımsızlığının temelinde yasama ve yürütmeye karşı bağımsız olma fikri yer almakla birlikte günümüzde bunun dışındaki olgular da öne çıkmaktadır. Hızla gelişen dünyada ortaya çıkan yeni suç ve dava tiplerine ilişkin kararların önem ve çeşitliliği nedeniyle bu kararlardan etkilenenlerin farklı yöntemlerle kamuoyu oluşturdukları bu suretle yargı mensuplarını etkilemeye çalıştıkları görülmektedir. Son yıllarda yargıyı etkileme girişimlerine, siyasi niteliği ağır basan uluslararası bir boyut da eklenmiştir. Özellikle darbecileri ve yandaşlarını çeşitli şekillerde himaye eden bazı yabancı ülkelerin ve bunların uzantılarının devam eden FETÖ yargılamaları nedeniyle Türk yargısını karalamaya yönelik faaliyetleri yoğunluk kazanmıştır. Şu bilinmelidir ki Türk yargısı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle Anayasa’mızın koruduğu temel hak ve özgürlükler konusunda bilinçli, eğitimli ve duyarlıdır. Anayasa’ya, uluslararası sözleşmelere ve kanunlarımıza uygun bir şekilde yapılan yargılamalar sonucu, bağımsız Türk yargısının vermiş olduğu ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen kararlara göre FETÖ, bir terör örgütüdür. Bu nedenle uluslararası alanda Türkiye’yle ilgili iyi ilişkiler kurmak isteyenlerin bu gerçeği kabul etmeleri ve gerekli somut adımları atmaları da zorunludur.
“SEÇİMLERİN BAĞIMSIZ YARGI GÜVENCESİNDE YAPILMASI VE YARGI DENETİMİ YOLUYLA TOPLUMUN TÜM KESİMLERİNİN HAKLARININ KORUNMASI DEMOKRASİNİN GEREKLERİDİR”
Bağımsız mahkemeler, demokratik anayasal sistemin temel taşlarıdır. Türkiye’deki demokrasi geleneği, farklı fikir ve inanç sahiplerinin huzur ve barış içerisinde bir arada yaşamalarını amaçlayan çoğulcu demokrasi anlayışına dayanır. İşte bu nedenle, seçimlerin bağımsız yargı güvencesinde yapılması ve yargı denetimi yoluyla toplumun tüm kesimlerinin haklarının korunması demokrasinin gerekleridir.
“ÇAĞDAŞ DEMOKRASİLERDE YARGI, ANAYASAL DEMOKRASİYİ KORUMAKLA DA GÖREVLİDİR”
Çağdaş demokrasilerde yargı, anayasal demokrasiyi korumakla da görevlidir. 2016 yılında demokrasimizi hedef alan hain darbe teşebbüsüne karşı ilk ve en güçlü refleksi gösterenlerin başında yargı mensuplarımız yer almıştır. Bu durum, Türk yargısının demokrasiye olan inancını ve ona yönelik saldırılara karşı ne kadar güçlü bir anayasal kurum olduğunu açıkça göstermiştir.
“ÜLKEMİZİN YENİ BİR ANAYASAYA İHTİYAÇ DUYDUĞU AÇIKTIR”
Ülkemizin yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğu açıktır. İki yüzyılı aşkın anayasacılık anlayışının insanlığa öğrettiği gerçeklere sırtımızı dönemeyiz. Kuvvetler ayrılığı ilkesi demokrasinin, insan haklarının ve Anayasa’nın teminatı olup, yargı organı da dahil olmak üzere devlet organları arasında işlevsel bir denge ve kontrol mekanizmasının varlığını gerektirir. Bu nedenle yargı bağımsızlığı yeni anayasanın en karakteristik özelliği olarak ön plana çıkmalı ve daha teminatlı olması nedeniyle yüksek mahkemelerin yargı yönetimindeki rolleri güçlendirilmelidir. Bu yaklaşım, yüksek mahkemelerin liderlik ve eğitici olma işlevi ile tam bir tutarlılık içindedir. Yeni anayasa hazırlanırken Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı da gözden geçirilmeli, yasama ve yürütme organlarının etkilerine karşı yargı bağımsızlığını teminat altına alan mekanizmalar ve usuller genişletilerek açıkça düzenlenmelidir. Yargıtay, bu konuda yapılacak çalışmalara gerekli desteği sağlamaya hazırdır.
“ELEŞTİRİLERİN İNSAF VE VİCDAN ÖLÇÜLERİ İÇİNDE MANTIKLI VE HUKUKİ OLMASI GEREKİR”
İlke olarak hâkimlere ve yargı sistemine yönelik eleştiriler temel bir hak olan ifade özgürlüğü kapsamındadır. Yargısal kararların eleştirilmesi doğaldır. Ancak, eleştirilerin insaf ve vicdan ölçüleri içinde mantıklı ve hukuki olması gerekir. Hatalı bir karar üzerinden tüm yargı sisteminin hedef alınarak yıpratılması doğru değildir. Modern hukuk sistemlerinde olduğu gibi Türk ceza muhakemesi sisteminde de hatalı kararların düzeltilmesini sağlayacak birçok mekanizma vardır. Bir adli olay duyulur duyulmaz, henüz deliller dahi toplanmadan yargılama sürecine ilişkin kamuoyu baskısı oluşturmak amacıyla yazılı ve görsel medya ile sosyal medya üzerinden gerçek dışı ve sansasyonel haberler yayılması son derece vahimdir. Hatta suçtur. Karar vermek hakimin anayasal görevi olup, kimseye devredilemez. Hakimlere tavsiye ve telkinde bulunulamaz. Karar verme yetkisi kamuoyuna ait olsaydı, mahkemelere gerek kalmazdı. Yargının da bu konuda alması gereken tedbirler bulunmaktadır. Öncelikle, yargıya ve yargısal kararlara duyulan güven, hâkim ve savcıların her türlü siyasal bağlantıdan kopması, politik güçlerin siyasi çatışmalarından uzak durması ile sağlanabilir. Hakim hiçbir koşulda hukuktan sapmamalıdır. İkinci olarak, basına gerekli ve doğru açıklamalar yapılarak kamuoyunun gecikmeksizin bilgilendirilmesi sağlanmalıdır. Yargının halkın eğitimine önem vermesi de gerekir. Yargı bağımsızlığı konusunda bilinç düzeyi yüksek bir toplum, gerçek dışı veya sansasyonel haberlere karşı daha sorgulayıcı ve dikkatli olacaktır.
“YARGITAY’IN ÜLKEMİZİN ADALET SİSTEMİNE KAYITSIZ KALMASI DÜŞÜNÜLEMEZ”
Bir yılı aşkın süredir kapsamlı ve sistematik bir çalışma yürütülerek “Yargıtay Gerekçeli Karar Yazım Rehberi” hazırlanmıştır. Yargıtay Başkanlar Kurulu tarafından onaylanan bu Rehber’de yer alan ilkelerin, önümüzdeki yılbaşından itibaren Yargıtay’ın tamamında uygulanması kararlaştırılmıştır.
Yargıtay’ın ülkemizin adalet sistemine kayıtsız kalması düşünülemez. Meselelerin bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi ve adalet kurumları arasındaki iş birliği, sorunların çözümünde etkili yöntemlerden biridir. İşte bu düşüncelerle adalet kurumlarımızın temsilcileri ve bölge adliye mahkemesi başkanlarının katılımlarıyla ulusal ve bölgesel içtihat forumları düzenlenmiştir.
“YARGITAY’IN İÇTİHAT YAYGINLAŞTIRMA STRATEJİSİNİN TEMEL BİLEŞENLERİNDEN BİRİ, ÇALIŞMALARI DEVAM EDEN YAPAY ZEKÂ DESTEKLİ ‘YARGITAY İÇTİHAT MERKEZİ’DİR”
Yargıtay’ın içtihat yaygınlaştırma stratejisinin temel bileşenlerinden biri, çalışmaları devam eden yapay zekâ destekli ‘Yargıtay İçtihat Merkezi’dir. Gelecek yıl faaliyete geçecek olan bu Merkez, hukukçuların ve vatandaşların günümüz teknolojisinin sağladığı en geniş imkânlarla Yargıtay kararlarına erişmelerini sağlayacaktır.
Adli kalite göstergelerinden biri ortalama yargılama süreleridir. Hukuk dosyaları açısından 2019 yılında 344 gün olan ‘Ortalama Görülme Süresi’ 2020 yılında 259, 2021 yılında ise 164 gün olmuştur. Ceza dosyaları bakımından 2019 yılında 348 gün olan ‘Ortalama Görülme Süresi’ 2020 yılında 343, 2021 yılında ise 328 gün olmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki birikmiş ceza dosyalarının sayısı da makul seviyelere gerilemiştir. Başsavcılıkta 2019 yılında ‘Ortalama İnceleme Süresi’ 730 gün iken, bu süre 2020 yılında 526, 2021 yılında ise 250 güne düşmüştür.
“TÜRK YARGI SİSTEMİNDE YAPILAN EN ÖNEMLİ YENİDEN YAPILANDIRMA ÇALIŞMASI 20 TEMMUZ 2016’DA İSTİNAF SİSTEMİNİN UYGULANMAYA BAŞLANMASIDIR”
Son yıllarda Türk yargı sisteminde yapılan en önemli yeniden yapılandırma çalışması 20 Temmuz 2016’da istinaf sisteminin uygulanmaya başlanmasıdır. İstinaflar faaliyete geçmeden önce, Yargıtay’daki dosya sayısının bir milyondan fazla olması, mevcut iki aşamalı sistemin sürdürülebilir olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bununla birlikte istinaf sisteminin faaliyete geçmesine ilişkin reform henüz tamamlanmamıştır. Yeni sistemin gerektirdiği rollerin ve sorumlulukların bilincinde olmalıyız. İstinaf sisteminin can damarlarını oluşturan gerekli mekanizmaları oluşturamaz ve bunları işlevsel bir şekilde kullanamazsak, doğal olarak yeni sistemden beklenen verimliliği elde edemeyiz. Yaşadığımız sorunları sisteme yüklemek yerine, yeni sistemin işlevsel olması için zorunlu olan reformlara odaklanmalıyız. Kat edilen bunca mesafeden sonra, istinaf sisteminin yarar ve zararları üzerine sürdürülecek bir tartışmanın Türk yargısına hiçbir fayda sağlamayacağını özellikle belirtmek isterim. Neredeyse dünyanın her yerinde mevcut olan istinaf sisteminden vazgeçilmesi mümkün değildir.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesi, Yargıtay açısından iki önemli etki doğurmuştur. Birincisi; Yargıtay’ın iş yükünün azalmasıdır. İkinci ve en önemli etki ise Yargıtay’ın içtihat mahkemesi rolünün önem kazanmasıdır. Bu aşamadan sonra bizim için asıl başarı sonuçlandırılan dosya sayısı değil, Yargıtay’ın içinde ve ülke çapında içtihat birliğinin sağlanmasıdır. İstinaf sisteminin başarısı için Yargıtay’a önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu kapsamda Yargıtay, bölge adliye mahkemelerinin kılavuzluk ihtiyacına karşı daha duyarlı olmalıdır.
Adli istatistiklere göre, bölge adliye mahkemelerinin yeni gelen dosyalarla baş etme kapasitesi yeterli olup, geçen yıl yeni gelen her 100 dosyaya karşılık 94 dosya sonuçlandırılmıştır. İstinaf sisteminin gerektirdiği birçok yapısal eksikliğe rağmen elde edilen bu sonuç, bölge adliye mahkemeleri sisteminin iyi işlediğini göstermektedir. Yargıtay’ın diğer karar türleri kapsam dışı bırakılıp, sadece onama ve bozma kararları esas alınarak yapılan hesaplamaya göre ceza dosyalarında son üç yılın onama ortalaması yüzde 77; hukuk dosyalarında ise yüzde 84’tür. Onama oranlarının yüzde 90’ın üzerinde olması hedeflenmelidir.
“YARGITAY KANUNU’NUN BÜTÜNSEL BİR BAKIŞ AÇISIYLA YENİDEN DÜZENLENMESİNİ GEREKTİRMEKTEDİR”
Üç aşamalı sistemin yapısı gereği hukukun tüm ülkede yeknesak şekilde uygulanmasına yönelik yeni zorluklar ortaya çıkarmıştır. Bu durum da içtihat birliğini sağlama ihtiyacına bağlı olarak Yargıtay Kanunu’nun bütünsel bir bakış açısıyla yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir. Öncelikle yeni kanun, esnek ve yüksek mahkemenin kendi çalışma usulünü belirleyebileceği bir içtüzük ile idare edilebilecek nitelikte olmalıdır. Yargıtay’daki dairelerin farklı kararlar vermesinden sonra bu içtihatları birleştirmeye çalışmanın etkili bir yöntem olmadığı daireler arasındaki içtihat farklılıklarının sayısından anlaşılmaktadır. Bu nedenle önleyici nitelikte, derinleşen içtihat farklılıklarına yol açmayan ve uzmanlık esasına göre içtihatların gelişmesine imkân sağlayacak farklı usuller benimsemeliyiz.
Üçüncü temel sorun ise Yargıtay’ın temyizen inceleyeceği dosyaların ceza miktarına, dava değerine ve suç tipine göre belirlenmesidir. Örneğin, kural olarak 5 yıldan az hapis cezasını içeren mahkumiyetler ile değeri 107.090 TL’nin altında kalan hukuk davalarına ilişkin kararlar temyiz edilememektedir. Bunun sonucunda, sayı ve içerik olarak toplumun çok büyük bir kesimini etkileyen davalar hakkında dahi Yargıtay içtihat üretemediği için ülke çapında içtihat birliğinin sağlanmasında önemli sorun yaşanmaktadır. Çözüm olarak, karşılaştırmalı hukukta örnekleri görüldüğü üzere izin sistemi gibi Yargıtay’ın iş yükünü artırmayacak ve sadece içtihat geliştirmek amacıyla kullanılabilecek bazı usullerin değerlendirilmesi gerekir.
“BİR YÜKSEK MAHKEMENİN ÇOK SAYIDA DOSYA HAKKINDA KARAR VERMESİ, KENDİ İÇTİHATLARININ DAHİ TUTARSIZ OLMASINA VE TEMYİZ İNCELEMESİNİN UZAMASINA NEDEN OLUR”
Bir yüksek mahkemenin çok sayıda dosya hakkında karar vermesi, kendi içtihatlarının dahi tutarsız olmasına ve temyiz incelemesinin uzamasına neden olur. Bu nedenle, Yargıtay’da etkili bir filtreleme mekanizması kurulmalı, çalışma usulü ile organizasyonu yeniden yapılandırılmalı, ayrıca buna uygun yeni karar türlerine de imkân tanınmalıdır.
Geçen yılki adli yıl açış konuşmamda ifade ettiğim iki acil kanun değişikliği talebini de bu vesileyle tekrarlamak istiyorum. Birincisi, kurumsal hafızanın korunması ve içtihatlardaki istikrarın devamı için Yargıtay üyelerinin 12 yıllık görev süresine ilişkin sınırın kaldırılmasıdır. İkincisi ise Yargıtay tetkik hâkimleri ile Yargıtay Cumhuriyet savcılarının tayinlerinde Yargıtay’ın söz sahibi olmasıdır. Bu iki konu yargı bağımsızlığı ve özellikle bir Yüksek İçtihat Mahkemesi olarak Yargıtay’ın bağımsızlığı bakımından büyük önem taşımaktadır.”