ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR’DEN BAYANLAR İÇİN TAMİR KURSU
Tiyatro Oyuncusu Nalan Güreş Demirel: “Bir Korku Atmosferinde Yaşıyoruz. Neyi Anlatacağız? O Baskılandı, Bu Sansürlendi Ne Söyleyeceğiz? Her Yerde Özgürlüğün Kısıtlanması Bir Yerden Sonra Bizi Daha Çok Ateşlendiriyor”
Haber: NİSANUR YILDIRIM / Kamera: ONUR BİNGÖL
‘Sayın Yargıç’ isimli oyunda bir avukatı canlandıran tiyatro oyuncusu Nalan Güreş Demirel, “Bir korku atmosferinde yaşıyoruz. Biz mesela bu oyunla ilgili bir yerlere başvurmak istiyoruz ve ilk sordukları soru, ‘Bu oyun politik mi?’. O politik mi’den kasıt şu ‘Hükümete karşı bir şey söylüyor musunuz?’ Halbuki sanat dediğiniz şey zaten, içinde yaşadığınız toplumun bir aynası. Biz işimizi yapmak istiyoruz. Bir de neyi anlatacağız? O baskılandı, bu sansürlendi ne söyleyeceğiz? Seyirciye sadece ‘Gelelim, eğlenelim, biz sizi güldürelim.’ O zaman yaptığımız işin de bir değeri kalmıyor. Her yerde özgürlüğün kısıtlanması bir yerden sonra da bizi daha çok ateşlendiriyor” dedi.
‘Sayın Yargıç’ isimli oyun, Yenimahalle Dört Mevsim Tiyatro Salonu’nda dün akşam sahnelendi. Senaryosunu Emrah Aktürk’ün kaleme aldığı Sayın Yargıç oyununu, Velican Demirel yönetti. Nalan Güreş Demirel, oyunda bir avukatı canlandırdı.
Tiyatro oyuncusu Nalan Güreş Demirel ve senarist Emrah Aktürk, ‘Sayın Yargıç’ oyununu, kültür sanat dünyasında yaşanan sıkıntı ve sansürleri ANKA Haber Ajansı’na değerlendirdi.
Tiyatro oyuncusu Nalan Güreş Demirel, ANKA Haber Ajansı’na şöyle konuştu:
“Emrah Aktürk’ün yazdığı ‘Sayın Yargıç’ adlı oyunu oynuyorum. Tek kişilik bir oyun, 50 dakika sürüyor. Eşim Velican Demirel, oyunun yönetmeni. Bir kadın oyunu ama erkeklerle çalışıyorum. Yazarı erkek. Bu aslında umut verici bir şey. Çünkü en azından sizi anlayan insanları yanında birlikte bir şey yapmak, bir ekip işi yapmak çok önemli. Keza yapımcımız Alper Kaya’nın da olması gibi. Erkeklerle birlikte bir kadın oyununu temsil etmek çok güzel. Gelen seyircilerden aldığımız yorumlar, oyun çıkışı konuştuğumuzda erkeklerin daha çok tetiklendiğini, ‘Biz böyle hissettiğinizi bilmiyorduk’, ‘Başka başka şeyler öğrendik’ deyip erkekler çok başka türlü çıkıyor, kadınlar çok başka türlü çıkıyor oyundan. Bu oyunun hazırlanışında, biz Emrah Aktürk’le zaten okuldan arkadaşız, kendisi böyle bir oyun yazdığını daha önceden söylemişti. Ben de her zaman tek kişilik bir performans oyunu oynamaya çok istiyordum. Sonra bir araya geldik. Onun yazdığı şekil ve kafasında kurguladığı şey bambaşkaydı ama. Maalesef ki Türkiye’de yaşadığımız için onun kurguladığı şeyden ben birazcık daha çıkarmasını istedim. Hikayenin direkt içinde olmak istedim. O da benim isteklerim doğrultusunda oyunu biraz değiştirdi, dönüştürdü.
“KADIN GÜCÜNE, KADIN DAYANIŞMASINA, KADINLARIN BİRLİKTE OLMASINA ÇOK İNANIYORUM. BUNUN İÇİN YAPABİLECEĞİM TEK ŞEY SAHNEDEN BİR ŞEY YAPABİLMEK ÇÜNKÜ MESLEĞİM OYUNCULUK”
Biz hep şunu konuşuyoruz. Keşke yaşadığımız şeyler Türkiye’de ya da dünyada da böyle, bir kadın olmak o kadar zor ki. Keşke bunları yaşamasaydık ve ben bu oyunu oynamak zorunda kalmasaydım. Ben bir avukatı oynuyorum. Ertesi gün bir mahkemem var. Savunduğum kişi tecavüze uğramış bir kadın. O kadının haklarını savunmak üzere, ertesi günkü mahkeme için kendi kendime prova yapıyorum. Ama sonrasında o provalarla birlikte kendi hayatımla ve kadının yaşadıklarıyla özdeşlik kurduğum ve tetiklendiğim bazı şeyler var. Avukat olarak çocukken yaşadıkları yüzünden yıllarca susmak zorunda kalmış ve onu kimsenin anlamadığını düşündüğü için de susmayı tercih etmiş bir kadını oynuyorum. Bu oyunun sonunda da o tetiklenmeyle birlikte savunduğum kadını daha iyi savunabilmek için de susmamaya karar veriyorum. Bundan sonrasında da susmayıp gerçekten yargı dağıttığımız bir oyun haline geliyor. Burada da yapmaya çalıştığımız şey şu. Bunu yaşayan çok fazla insan var. Her gün birimiz tacize uğrayabiliriz. Eve giderken korkuyla gidiyoruz. Otobüste korkuyoruz. Çocuğumuza bir şey olsun istemiyoruz. Herhangi bir kadına giydiği kıyafet yüzünden bir şey olsun istemiyoruz. Ayrıca bunlar başlarına geliyorsa da gerçekten bir ceza almalarını istiyoruz. Biz en azından bunları yaşayamayacakları için susan kadınların da yanında olduğumuzu görmek istiyoruz. Gelen seyircilerden 1-2 kişi, umarım hiç kimse bunu yaşamamıştır ama, yaşayan biri varsa ve bunu içine atıyorsa ‘Senin yanındayım’ demek istiyorum. Susmayın. Çünkü sustukça gerçekten devam edecek. Kadın gücüne, kadın dayanışmasına, kadınların birlikte olmasına çok inanıyorum. Bunun için yapabileceğim tek şey sahneden bir şey yapabilmek çünkü mesleğim oyunculuk. Bunun dışında ‘Ne yapılır’ı çok bilmiyorum. Sokaklara çıkabiliriz ama bunun karşılığında daha çok ceza sistemi işliyor. Bu türlü bir durumda çok işlemiyor. Benim de bu anlamda söylemek istediğim sözlerim vardı. Emrah’la bir araya gelip düşüncelerimizi paylaşarak böyle bir oyun çıkardık.
“‘SANSÜRLENECEK, BİR ŞEYLER SORUN OLACAK’ DİYE HEP ÖZEL TİYATRODA, KENDİ FİKRİMİZİ BEYAN EDEBİLECEĞİMİZ YERLERDE ÇALIŞMAYI HEP TERCİH ETTİM”
‘Sansürlenecek, bir şeyler sorun olacak’ diye hep özel tiyatroda, kendi istediğim, kendi fikrimizi beyan edebileceğimiz yerlerde çalışmayı hep tercih ettim. Ama bu tercih edilmediğinde başka şeyler de oluyor. Kadın olmak zaten başlı başına zor. Sahnede de şöyle durumlar var. Bir şey oynuyorsunuz ve oynadığınız kişi, siz gerçekten o kişiymişsiniz gibi değerlendiriliyor. Bir hayat kadınını oynadığınız zaman sanki dışarıda da hayat kadınlığına devam ediyormuşsunuz gibi bir algı oluşuyor. Halbuki biz oynadığımız insanlar değiliz. Ama bazen de oynadığımız kişileri seçme şansımız var, özel tiyatro yaptığımızda. Bu oyunda olduğu gibi. Ben bunu seçerek, bile isteye oynamak istedim. Şöyle bir problemimiz var. ‘Ünlü görmeye gelmek’ gibi. Bir oyunda ünlü varsa o oyunun biletinin çok satılması ama daha tanınmamış bir oyuncuysanız o oyuna gelen seyirci kapasitesinin daha az olması gibi sorunlar da yaşıyoruz. O erkek egemen şeyi çok yaşamadım. Çünkü kendim hep seçtiğim yerlerde oynadım. Ama bir devlet tiyatrosunda, ödenekli bir tiyatroda olsaydı durumlar bambaşka olabilirdi.
“NEYİ ANLATACAĞIZ? O BASKILANDI, BU SANSÜRLENDİ NE SÖYLEYECEĞİZ? HER YERDE ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI BİR YERDEN SONRA DA BİZİ DAHA ÇOK ATEŞLENDİRİYOR”
Bir korku atmosferinde yaşıyoruz. ‘Bir şey yapacağız ama bu kabul edilmeyecek. Bir şey yapacağız bunu istemeyecekler çünkü bu sakıncalı.’ Neye göre sakıncalı? Biz mesela bu oyunla ilgili bir yerlere başvurmak istiyoruz ve ilk sordukları soru, ‘Bu oyun politik mi?’. O politik mi’den kasıt şu ‘Hükümete karşı bir şey söylüyor musunuz?’ Halbuki sanat dediğiniz şey zaten, içinde yaşadığınız toplumun bir aynası. Her şeyi yaşıyoruz, her şeyi görüyoruz. Her gün başka şeyler oluyor. Yapabildiğimiz ya da fikrimizi beyan edebileceğimiz tek yer burası, sahne. Çünkü mesleğimiz bu. Buna sansür geldiği zaman yapamıyorsunuz. Oynayamıyorsunuz, oyunlarınız iptal oluyor. O zaman özgür değiliz. Bizim her seferinde özgürlüğümüz kısıtlanıyor. O baskı, bastırılmışlıkla birilerinin ‘Hayır ben bunu kabul etmiyorum’ demesi çok değerli. Çünkü bizi bastırıyorlar ve herkes kabul ediyor. ‘Tamam bu sansürlenecek mi, söylemeyeyim o zaman. Öyle mi yapayım, yapmayayım o zaman.’ Hayır biz işimizi yapmak istiyoruz. Hala size ters geliyorsa bu durum hadi oturalım birlikte konuşalım, halletmeye çalışalım. Demek ki karşılığında bizim de bir sorunumuz var. Bir de neyi anlatacağız? O baskılandı, bu sansürlendi ne söyleyeceğiz? Seyirciye sadece ‘Gelelim, eğlenelim, biz sizi güldürelim.’ O zaman yaptığımız işin de bir değeri kalmıyor. Yanlış anlaşılmasın komedi oyunları çok değerli. Her şeyin bir sözü var. Her yerde özgürlüğün kısıtlanması bir yerden sonra da bizi daha çok ateşlendiriyor. Daha çok söylemek istiyorum. Siz buna karşı olabilirsiniz, gelmeyin. Ya da geldiğiniz şeyi oturalım, konuşalım. Ama bunu yasaklamak… Nereye doğru gidiyoruz acaba? Türkiye birazcık daha özgür bir yerdi. Bütün özgürlük alanlarımızı kısıtlarsanız nereye doğru gidiyoruz? Özellikle bir kadın olarak bu beni çok korkutuyor. Çünkü bir yerden sonra sadece erkeklerin konuştuğu, bir kadın probleminden bahsedilirken bile bir televizyon programında orada sadece erkekler konuşuyor. Biz de ‘Hayır biz de varız.’ Bizim oyun da bunu söylüyor. ‘Biz varız.’ Böyle de yaşamaya devam edeceğiz. O zulümlere, baskılara dur demeye çalışıyoruz. Herhangi bir yere başvurduğunuz zaman önce bizim metnimizi istiyorlar. Küçücük bir şey olursa da ‘Kusura bakmayın. Kabul edilemez, diyorlar.’ Bu artık korkaklıkmış gibi geliyor bana.”
Senarist Emrah Aktürk ise şunları söyledi:
“SEYİRCİMİZİ SUSMAYA DEĞİL HEP BERABER O İÇİMİZE ATTIKLARIMIZI HAYKIRMAYA DAVET EDİYORUZ”
“‘Sayın Yargıç’ oyunumuz aslında benim uzun süredir üzerinde çalıştığım bir projeydi. Son halinin şekillenmesi 2011 yılında oldu. Nalan’la okuduktan sonra oyun başka bir serüvene evrildi. İlk başta ben kadına şiddet olayını, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha mizahi bir yerden algılayıp böyle bir konuyu daha eğlenceli bir dille anlatmayı denemiştim. Bu yazım sürecini serüveni uzun bir yolculuk oldu. Oyunumuzun konusundan bahsetmem gerekirse bir avukat kadın var. Bir davaya hazırlanıyor ve ertesi günkü davasının son provasını yaparken aslında o dava sürecinden kendi geçmişiyle de yüzleşerek, seyircinin de yaşadığı yüzleşmeyi sağlamaya çalışıyor. Çünkü hepimiz bir sürü şey karşısında susuyoruz. Bazen nasıl söyleyeceğimizi bilemediğimiz için söylemek istediklerimizi içimize atıyoruz. Çünkü toplumumuzda maalesef taciz mağduru olmak, şiddete, mobbinge maruz kalmak bir yandan da kadınların suçuymuş gibi de algılanıyor. Bu yüzden de susmak zorunda kalıyoruz. Kadın artık susamaya karar veriyor ve aslında yargıcın değer yargılarına karşı onların duymak istedikleri değil de içinden geçenleri söylemeye başlıyor. Seyircimizi zaten susmaya değil hep beraber o içimize attıklarımızı haykırmaya davet ediyoruz.
“İNSANLARIN ALGISINDA TİYATRONUN DA BİR MESLEK OLDUĞUNU, İNSANLARIN BU MESLEKTEN PARA KAZANDIĞINI VE EVİNE EKMEK GÖTÜRDÜĞÜNÜ ALGILATMAMIZ GEREKİYOR”
Özellikle pandemi sürecinde sanatla ilgilenen, ekmeğini sanattan kazanan insanların… Biz aslında bir eğlence sektörü gibi görülüyoruz ve bir şeyler olduğunda ilk yasını tutması gereken biz oluyoruz. Ülkece canımızı sıkan bir durum yaşandığında bakkal gidip bakkalını açabiliyor, kuaför gidip kuaförünü açabiliyor. Ama tiyatro yaptığın zaman ‘Böyle bir ortamda tiyatro mu yapıyorsunuz’ gibi bir tepkiyle karşılaşabiliyoruz. Bir kere insanların algısında tiyatronun da bir meslek olduğunu, insanların bu meslekten para kazandığını ve evine ekmek götürdüğünü algılatmamız gerekiyor. Biz mesleğimizi icra ediyoruz. Pek çok alanda olduğu gibi sanat alanında da zorluklar var. Bunların üstesinden gelmek de bizim bu işe verdiğimiz gönülle alakalı olarak biraz bize kolaymış gibi görünüyor. Pandemi döneminde eve kapandığımızda ‘Evinde Tiyatro’yu o zaman kurduk. Evimizde dijital bir tiyatro yapmaya başladık. ‘Dijital tiyatro olur mu’ sorusuyla karşılaştık bu sefer. Biz bunları konuşurken Almanya’da çoktan Dijital Tiyatro Akademileri kurulmuş. İnsanlar akademik olarak bunlarla ilgilenmeye başlamış. Hayat açıldığından beri hem dijital alandaki işlerimizi sürdürmeye devam ettik hem de sahneye. Bu bizim üçüncü oyunumuz. Sahneye üretmeye başladık. Ülkemizde sanat da şöyle böyle zor demek istemiyorum. Ne kolay ki? Biz bu işi gönülle yapıyoruz. Bir sürü zorluğu göğüslemek üzerinden hareket ediyoruz.
“BİR YERE OYUNUMUZU SUNUYORUZ. ‘OYUN POLİTİK Mİ’ DİYE BİR SORUYLA KARŞILAŞIYORUZ. TİYATRO DEDİĞİMİZ ŞEY BAŞLI BAŞINA POLİTİK BİR ŞEYDİR. OYUN POLİTİK Mİ TABİİ Kİ POLİTİK. HAYATIN KENDİSİ POLİTİK”
Bir yere oyunumuzu sunuyoruz. ‘Oyun politik mi’ diye bir soruyla karşılaşıyoruz. Tiyatro dediğimiz şey başlı başına politik bir şeydir. ‘Oyun siyasi mi?’ sorusunu yine anlayabilirim ama oyun politik mi tabii ki politik. Hayatın kendisi politik. Bizim bir derdimiz var. Bu derdimiz illa birilerine bir şeyler söylemek, eleştirmek değil. Sisteme ve düzene dair yanlış gittiğini düşündüğümüz şeyler hakkında konuşuyoruz. Sanatta bu tür engellemelerin olması demek aslında gerçeğin konuşulmaması demek. Biz hayatın taklidiyiz ama bir yandan da idealini kurduğumuz hayata ulaşmak istiyoruz. O hayata ulaşmak da bazı şeyleri konuşmaktan, söylemekten, eleştirmekten geçiyor. Eleştiriden bu kadar korkuyor olmamız o eleştiriyi de aslında çok gerçek kılan bir noktaya götürüyor. Birisinin sizi eleştirmesine bu kadar büyük tepki veriyorsanız burada da başka türlü bir problem var demektir. Türkiye’deki sansür tarihine baktığımız zaman Ferhan Şensoyların dönemine kadar gittiğimizde çokça karşılaştığımız bir şey. Keşke olmasa demekten başka bir şey elimden gelmiyor. Biz içimizden geçeni, idealize ettiğimizi, kendi inandığımız şeyleri söylüyoruz. Söylemeye de devam ediyoruz. Bu bazen birilerinin işine gelmiyor, bazılarının işine geliyor. Ama biz yine kendi bildiklerimizi söylemek istiyoruz, söylemeye de çalışıyoruz.”