Sezgin Tanrıkulu: “Geçmişteki Hakikatler, Şimdiki Siyasi Pozisyonlarınıza Göre Eğilip Bükülemez, Değiştirilemez”
Okan Konuralp: “Türkiye Demokrasisi Ve Hukukun Evrensel Kriterleri Arasındaki İlişki Kabul Edilebilir Ve Sürdürülebilir Değil”
CHP Ankara Milletvekili Okan Konuralp, TBMM Genel Kurulu’nda; Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri’ne polis müdahalesi ve Gezi Parkı davası ile ilgili “Cumartesi Anneleri’ne yapılan hukuksuz müdahaleler, gazetecilere yönelik baskılar, gözaltılar, tutuklamalar ve Gezi Davası kararı, Türkiye’nin demokrasinin ve hukukun evrensel kriterleriyle arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor. Bu ilişki sağlıklı, kabul edilebilir ve sürdürülebilir değildir. Bu ve benzer sorun alanlarına dönük atılacak olumlu her bir adım ülkemizin demokratik geleceğini etkileyecektir. Biz, adaletin herkes için geçerli olduğuna inanarak mücadelemizi sürdüreceğiz. Adalet herkes içindir ve biz bu ilkeye sıkı sıkıya bağlıyız” dedi.
CHP Ankara Milletvekili Okan Konuralp, TBMM Genel Kurulu’nda bugün söz alarak Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri’ne her hafta polisin müdahale etmesi ve Gezi Parkı davasını gündeme getirdi. Konuralp, şunları söyledi:
“966 haftadır ve önümüzdeki hafta itibarıyla 967 hafta olacak; kendilerine Cumartesi Anneleri, Cumartesi İnsanları adını veren anneler, babalar, çocuklar evlatlarını arıyor. Eşler eşlerini, kardeşler kardeşlerini arıyor ve ne yazık ki şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız, geçen onca yılın önümüze koyduğu acı bir gerçektir bu. Çocuklarının gün gelip karşılarına tüm canlılıklarıyla çıkabileceklerine dair umutları yok. Kayıplarının ölüsünü bekliyorlar. Başında dua edebilecekleri, ağlayabilecekleri, içlerini dökebilecekleri tek bir mezar taşını bulmayı bekliyorlar. Cumartesi Anneleri’nin evlatları da kendilerinin bulunmasını bekliyor.
“CUMARTESİ ANNELERİ’NİN HER CUMARTESİ KİMİ KATILIMCILARA TERS KELEPÇE UYGULANARAK ENGELLENMESİ VİCDANİ DEĞİLDİR”
Peki bu çocukları bulmak bizim, sizin, hepimizin ortak görevi değil mi? Nerede bu çocuklar? Bu çocukları kim kaybetti? Devlet olarak, siyaset, hukuk kurumu olarak bu çocukların kaybından sorumlu olanlarla hesaplaşmak zorunda değil miyiz? Anneler soruyor, ‘Evlatlarımız nerede?’ Soru bu kadar basit ancak çok ağır. Bir anneyi bu soruyu sormak zorunda bırakan yüreğindeki acıdır. Evlat acısı yaşanabilecek en büyük acılardan biri olarak tarif edilir. Sevmediklerimiz de dahil olmak üzere Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın. Biz evlat acısını sevmediklerimizden dahi uzak tutmayı doğru bulan ahlaki ve vicdani bulan bir değerler manzumesinin mensuplarıyız. Yıllardır Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’ndaki çığlığı susturulmak isteniyor, neden? Cumartesi Anneleri’nin her cumartesi kimi katılımcılara ters kelepçe uygulanarak engellenmesi vicdani değildir. Biz anneye evladını arayamazsın nasıl deriz? Evladını arayamazsın, evladının kaybedilmesinin hesabını soramazsın nasıl deriz? Bir an için evlatlarınıza sarılışınızın son sarılış olduğunu düşünün, bu acıya dayanabilir misiniz? Cumartesi Anneleri yağmur, çamur, güneş, soğuk, sıcak demeden ve gün geçtikçe ilerleyen yaşlarına ve yaşlılıklarının yarattığı fiziki ve ruhsal engellere rağmen her Cumartesi Galatasaray Meydanı’na gelmek için çaba harcıyorlar. Yani bir umut, bir ihtimal. Bu umudu, bu ihtimali onların elinden almamalıyız. Bu umudu, bu ihtimali onlardan esirgememeliyiz.
“CUMARTESİ ANNELERİ’NE YÖNELİK MÜDAHALE SON BULMALI, ANNELER EVLATLARIYLA BULUŞTURULMALIDIR”
Galatasaray Meydanı’ndaki eyleme katılanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Evlatlarını bulamamış bir anne, bir baba, bir kardeş olarak hayattan çekiliyorlar ama Galatasaray Meydanı’nda artan bir şey var. Cumartesi Anneleri azalıyor; güvenlik güçlerinin sayısı artıyor. Oysaki, Cumartesi Anneleri’ne yönelik müdahalelerin hukuki olmadığını Anayasa Mahkemesi de söylüyor. Biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi, Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’ndaki eylemlerine yönelik müdahaleyi ‘Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali’ olarak gören bir karar aldı. Karar metnindeki bir ifadeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. ‘Başvurucunun da içinde yer aldığı grubun kaybolan yakınlarının bulunması ve kamuoyunda farkındalık yaratılması amacına yönelik oturma eylemi ve basın açıklaması yapmak istemesi demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır.’ Evet arkadaşlar, saygıyla karşılamalıyız, saygıyla karşılanmalıdır. Mahkeme kararından bir başka bölüm de şöyle: ‘Toplantıya müdahale esnasında katılımcıların gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlere yönelik bazı yaptırımlar uygulanabilir ise de bu durum, toplantıya kolluk görevlilerince yapılan hukuka aykırı müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmez.’ Barışçıl şekilde yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesinden vazgeçilmelidir. Cumartesi Anneleri’ne yönelik müdahaleler son bulmalıdır. Cumartesi anneleri evlatlarıyla buluşturulmalıdır. Cumartesi Anneleri, Diyarbakır Anneleri, barış anneleri; evlatlarını arayan kim varsa, kimseyi ötekileştirmeden önlerindeki engelleri kaldırmalıyız. Evlatlarının kaybından her kim sorumluysa hukuk önünde hesaplaşmalıyız.
“OSMAN KAVALA, TÜRKİYE’DE İDAM CEZASI OLMADIĞI İÇİN ONUN YERİNE AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPSE MAHKUM EDİLDİ”
Gezi davasının beş sanığı için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28 Eylül 2023 tarihinde verdiği kararla onadı. Ortaya çıkan tablo şöyle; Osman Kavala için cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası. Mine Özerden, Çiğdem Mater, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’a ise hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan 18’er yıl hapis cezası. Osman Kavala, Türkiye’de idam cezası olmadığı için onun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Yani idam cezası olsaydı idam edilecekti. Oysa Osman Kavala’yla ilgili Yargıtay kararındaki bütün iddialar AİHM’in 10 Aralık 2019 tarihli kararında değerlendirildi, şu sonuca varıldı, ‘Başvurucuya atfedilen ve sonradan savcının suçlamalarına konu olan olgular ya hukuka uygun, birbiriyle ilgisi olmayan, izole ya da Sözleşme’den (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) doğan hakların kullanılması niteliğindeki eylemlerdir. Dosyada ya da iddianamede başvurucunun şiddete başvurduğuna ya da şiddet eylemlerini kışkırttığına ya da bu tür eylemleri desteklediğine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır.’ Kamuoyunda seslerinin duyulabilmesi ve hukuksuzluğu en iyi şekilde anlatılabilmesi için davanın mağdurlarının açıklamalarını da okumak istiyorum. Osman Kavala; ‘Hukuk ve insan hayatına değer vermeyen bir anlayışın ürünüdür bu karar.’ Davada mahkûm olan ve milletvekili olmasına rağmen bugün aramızda olamayan Can Atalay’ın değerlendirmesi şöyle; ‘Bu denli adaletsizlik sadece devleti değil, toplumu da çürütüyor.’ Tayfun Kahraman’ın eşi Meriç Kahraman’ın sözleri; ‘Milyonluk Gezi’nin faturasını 5 kişiye kestiler. Yine nefes alamıyoruz, yine çığlık atmak istiyoruz! Ve ben Vera’ya ne diyeceğimi bilmiyorum’. Yönetmen Mine Özerden; ‘Aidiyet ve sahiplenme duygusu zayıf olan biri olarak, beni sadece bir kesimin sahiplenmesini istemem. Her kesimden, her yaştan, düşünen ve bir arada durma derdi olan insanların, temel değerler ölçüsünde beni sahiplenmesini dilerim.’ Meslektaşım gazeteci Çiğdem Mater; ‘Bizler, hiçbir suça karışmamış olmanın verdiği iç huzurla, iyiyiz. Onlarsa, koca bir ülkeyi bir suça ortak ettiler. Okuma listemin tepesinde, Dante’nin İlahi Komedya’sı var. Malûm, ilk cilt cehennem. Düşündüm de şimdi yazarken, hiçbir şey tesadüf değil aslında. Enseyi karartmayın, araftan sonra cennet var.’
“BİZ, ADALETİN HERKES İÇİN GEÇERLİ OLDUĞUNA İNANARAK MÜCADELEMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ”
Bu noktada Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’ın milletvekili arkadaşımız Can Atalay için sürdürdüğü ‘Özgürlük Yürüyüşü’nü de selamlıyorum. Türkiye’de basın özgürlüğü her geçen gün kısıtlanıyor. Sözleri çarpıtılarak tutuklanan ve neyse ki dün kabul edilemez bir hükümle de olsa tahliye edilen Merdan Yanardağ, sözleri bağlamından kopartılarak linç edilen Ayşenur Arslan, gazetecilik yaptığı için mahkûm edilen Barış Pehlivan ve meslekleri nedeniyle tutuklanan gazetecilerin yanındayız. Grevde 50. günlerini tamamlayan Sputnik grevindeki gazeteci arkadaşlarımızın yanındayız. Cumartesi Anneleri’ne yapılan hukuksuz müdahaleler, gazetecilere yönelik baskılar, gözaltılar, tutuklamalar ve Gezi Davası kararı, Türkiye’nin demokrasinin ve hukukun evrensel kriterleriyle arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor. Bu ilişki sağlıklı, kabul edilebilir ve sürdürülebilir, değildir. Bu ve benzer sorun alanlarına dönük atılacak olumlu her bir adım ülkemizin demokratik geleceğini etkileyecektir. Biz, adaletin herkes için geçerli olduğuna inanarak mücadelemizi sürdüreceğiz. Adalet herkes içindir ve biz bu ilkeye sıkı sıkıya bağlıyız. Çiğdem Mater’in söylediği gibi enseyi karartmıyoruz, araftan sonra cennet var.”