24 Eylül 2024 Salı

Mustafa Yeneroğlu’dan İktidara İsrail Tepkisi: “Türkiye’nin, İsrail’e Kuvvetle Muhtemel Askeri Sanayisi İçin De Kullandığı Demir-Çeliğin Yüzde 65’İni Tedarik Etmesinin Bir Açıklaması Var Mı?”

DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, TBMM’de, “7 Ekim’den bu yana Türk limanlarından, İsrail limanlarına 300’e yakın yük gemisinin; jet yakıtı dahil, akaryakıt, çimento, gıda, demir-çelik taşınmasını ayrıca her gün düzenli hava kargo seferleri yapılmasını nasıl izah ediyorsunuz? Bugün Türkiye maalesef bu desteğiyle Filistin’deki insanlık suçlarının İsrail tarafından işlenmesine bir şekilde dolaylı olarak destek vermiş olmuyor mu? Bu destekler karşısında sizin iç kamuoyuna yönelik haykırışınızı nasıl izah edeceğiz? Türkiye’nin, İsrail’e kuvvetle muhtemel askeri sanayisi için de kullandığı demir-çeliğin yüzde 65’ini tedarik etmesinin bir açıklaması var mı? İsrail’in savaş suçlarına ortak olma noktasında bu İsrail’e yönelik desteği mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin gözden geçirmesini bu tutumuyla da daha inandırıcı bir tavır ortaya koymasını bekliyoruz” dedi.

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, bugün TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Gündeme dair değerlendirmelerde bulunan Yeneroğlu, şunları söyledi:

“TÜRKİYE GİBİ ORTA DOĞU’NUN EN BÜYÜK DEVLETİ FİLİSTİN’DE BARIŞI TESİS ETMEK İÇİN DAHA ETKİLİ OLMAK ZORUNDADIR”

“Açıkça görülmekte ki bu katliamı durdurmak için elimizden bir şey gelmiyor. Türkiye’nin bu noktada yeterince ağırlığının olmadığı ve süreçte de çok fazla dikkate alınmadığı, özellikle geçmişte arabulucu konumuyla itibarıyla da bugün bu boyutun bile hiçbir şekilde dikkate alınmadığı ortada. Elbette insani yardım konusunda hükümet elinden geleni yapmaya çalışıyor. En asgari çaba elbette bu olsa gerek ve olmalı da. Bu insani yardım çabalarını göz ardı ediyor değiliz. Türkiye gibi büyük bir devlet, Orta Doğu’nun en büyük devleti çok daha ileri boyutta, çok daha güçlü bir biçimde Filistin’de barışı tesis etmek için daha etkili olmak zorundadır.

Gazze’de yaşanan katliamlara son vermek amacıyla Kahire, Riyad ve İstanbul’da düzenlenen üç büyük uluslararası toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantılarda maalesef hiçbir ciddi yaptırım kararı alınamadı. Riyad’da 57 ülkenin katıldığı Arap Birliği ile İslam Birliği Teşkilatı ortak zirvesine sunulan bölgedeki ABD üslerinin kullanılmaması, İsrail’e silah ve askeri malzeme sevkiyatının durdurulması, ambargo uygulanması, diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi öneriler neden kabul edilmedi? Türkiye’nin bu konudaki tutumu gerçekten nedir? Meseleyi ‘haçlı-hilal meselesi’ olarak niteleyen Sayın Cumhurbaşkanı bu çelişkiyi nasıl izah edecek?

“İSRAİL’E YÖNELİK DESTEĞİ MUTLAKA VE MUTLAKA TÜRKİYE’NİN GÖZDEN GEÇİRMESİNİ BU TUTUMUYLA DA DAHA İNANDIRICI BİR TAVIR ORTAYA KOYMASINI BEKLİYORUZ”

İslam dünyasının perişan hali ortadayken, etkisiz durumu bütün dünyanın gözü önündeyken ve istisnasız tüm Avrupa ülkelerinde, ABD’de ve Latin Amerika’da yüz binlerce insan, yüz binlerce Hristiyan, Müslüman, Yahudi herkes sokağa dökülmüşken, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçları ‘haçlı-hilal meselesi’ gibi dar ve sığ bir alana sıkıştırmayı çok tehlikeli bulduğumuzu da özellikle ifade etmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da Türkiye’nin saygınlığı itibarıyla bu dilden vazgeçmesini ve Filistin’de yaşanan insanlık dramının İsrail tarafından gerçekleştirilen bir insanlık suçu olduğunu ve bütün dünyada insanlığın vicdanını haykıran insanların da sesini dikkate almasını ve meselenin kesinlikle bir ‘haçlı-hilal meselesi’ olmadığını, vicdanlı insanların, vicdansız insanlara karşı haykırışı ve mücadelesi olduğunu göz ardı etmemesini özellikle vurgulamak istiyorum.

7 Ekim’den bu yana Türk limanlarından, İsrail limanlarına 300’e yakın yük gemisinin; jet yakıtı dahil, akaryakıt, çimento, gıda, demir-çelik taşınmasını ayrıca her gün düzenli hava kargo seferleri yapılmasını nasıl izah ediyorsunuz? Bugün Türkiye maalesef bu desteğiyle Filistin’deki insanlık suçlarının İsrail tarafından işlenmesine bir şekilde dolaylı olarak destek vermiş olmuyor mu? Bu destekler karşısında sizin iç kamuoyuna yönelik haykırışınızı nasıl izah edeceğiz? Türkiye’nin, İsrail’in kuvvetle muhtemel askeri sanayisi için de kullandığı demir-çeliğin yüzde 65’ini tedarik etmesinin bir açıklaması var mı? İsrail’in savaş suçlarına ortak olma noktasında bu İsrail’e yönelik desteği mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin gözden geçirmesini bu tutumuyla da daha inandırıcı bir tavır ortaya koymasını bekliyoruz.

“BU ADALETSİZLİK BU HAK VE HUKUK TANIMAZ ANLAYIŞLA MI DÜNYAYA ADALETİ GETİRECEKSİNİZ?”

Bir ülkenin ağırlığı, liderinin söylediği güzel sözlerden değil yaptırım gücü ve uluslararası saygınlığından gelir. Bugün Türkiye maalesef derin ekonomik sıkıntılar, korkunç adaletsizlikler ve anayasal krizlerle boğuşan zor durumda bir ülke konumundadır. Bir ülkenin saygınlığı o ülkenin demokrasi kültüründeki gelişmişliğine bağlıdır. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü listesinde dünyada en son sıralarda yer aldığını, dünya alem bilirken, dünyaya adalet dersleri vermeyi kim ciddiye alabilir? ‘Öncelikle kendi halini düzelt’ derler. Maalesef bazıları sesli bazıları da sessiz bir biçimde bunu diyorlar. ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken, Türkiye’nin de 1’den büyük olduğunu kabul etmeyen bir anlayışla Türkiye şu anda yönetilmeye çalışılmıyor mu? Bu adaletsizlik bu hak ve hukuk tanımaz anlayışla mı dünyaya adaleti getireceksiniz?

Sadece yürütmenin başı değil; yargıyı ve yasamayı kendisine bağlamış olan yetmedi bir de ‘milli yargı’ safsatalarıyla tüm kurumları emir komuta sistemine tabi kılan, açıkça kuvvetler birliğini savunan, çoğulcu demokratik kültürü yok eden, hukuk devletini her gün yeni skandallarla sarsan, kanun devleti iddiasını bile telaffuz edemeyecek hale getiren bir tutumu sürdürerek mi dünyadan saygınlık bekliyorsunuz ve dünyayı adalete davet ediyorsunuz. Sesiniz gür çıkınca, sözünüzün değerini de gür olduğunu mu zannediyorsunuz? Maalesef yanılıyorsunuz. Ne yazık ki Türkiye’nin sözlerinin uluslararası düzeyde bir ağırlığı yoktur. Keşke Türkiye’nin muhataplarının üzerinde etki edecek bir gücü olsaydı da Filistin’de yaşanan katliamları durdurabilseydik. Barış için etkili bir siyaset herkes tarafından saygın kabul edilen, herkes tarafından ciddiye alınan bir siyaset geliştirebilseydik.

“MAALESEF ÇİN’DE DEVLET ELİYLE BÜYÜK SUÇLAR İŞLENİYOR ANCAK BU HÜKÜMETİN GÜNDEMİNDE BİLE DEĞİL”

Maalesef Çin’de devlet eliyle büyük suçlar işleniyor ancak bu hükümetin gündeminde bile değil. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çok ciddi boyutlarda insan hakları ihlalleri yaşanırken, dünyanın dört bir yanından Uygurlar için sesler yükselirken hükümet Uygurlar için bırakın adım atmayı tek bir kelime dahi edemiyor Çin’i rahatsız etmemek için. Bu sessizlik ve bu duyarsızlık nasıl izah edilebilir?

Türkiye’de dış politika denince akla ilk gelen konuların başında elbette milli davamız Kıbrıs ve bununla bağlantılı Ege ve Akdeniz politikamız gelmektedir. DEVA Partisi olarak, Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de meşru egemenlik haklarının korunduğundan emin olmak istiyoruz. Akdeniz’deki yetki alanlarımızda meşru haklarımız da bizim için vazgeçilmezdir. Fakat ne yazık ki Akdeniz’de doğal gaz arama çalışmalarımız durduruldu. Bunun nedeni kamuoyuyla paylaşılmadı. Her vatandaş gibi biz de ‘7 Ekim öncesi İsrail ile yakınlaşma politikasının bir sonucu olarak mı Akdeniz’de doğal gaz arama çalışmalarımızdan vazgeçildi’ sorusunu sormadan edemiyoruz.

Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de dengeleri bozacak şekilde giderek güçlenmesini görmezden gelmemiz gerektiğini hatırlatmak istiyorum. İki komşu olarak tarihi ve kültürü ortaklıklarımızın yanında, ekonomik alanda da yeni işbirliklerinin önünü açacak politikalar ortaya koymalı ve gerginlikleri geride bırakacak yeni bir sayfa açmalıyız. Öte yandan Kıbrıs’ta çözüm süreci de çıkmazdadır. Kıbrıs Türklerinin meşru haklarının sürekli gözardı ediliyor olması kaygı vermektedir. KKTC’nin dünyadan izole edilmiş durumu maalesef devam etmektedir.

“SURİYE POLİTİKAMIZ TÜM EZBERLERİ BİR KENARA BIRAKARAK TEKRAR MASAYA YATIRILMASI GEREKİR”

Suriye politikamız tüm ezberleri bir kenara bırakarak tekrar masaya yatırılması gerekir. Bir yandan Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli sığınmacılar ciddi bir toplumsal mesele haline gelmişken ve geri dönüş perspektifi adına hükümetin bir yol haritası yokken, diğer yandan Suriye’de giderek güçlenen terör örgütünün varlığı ortadayken; Suriye politikasının anlık manevralarla, bireysel hırslarla, iç siyasete mesaj verme kaygılarıyla değil; ciddi bir analiz ve gerçekçi bir vizyon ile Suriye’de kalıcı bir çözüm hedefiyle ele alınması gerekmektedir. Suriye’de kalıcı çözüm tüm etnik ve dini grupların Suriye yönetiminde temsilinden geçmektedir. Bunun için çatışmaları değil, anayasa sürecini, siyasi ve diplomatik yöntemleri önceliyoruz. Suriye’de her türlü terör tehdidinin ortadan kaldırılması ve Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönebilmeleri buna bağlıdır.

“NATO, UKRAYNA-RUSYA SAVAŞINDA ORTAYA KOYDUĞU TAVRIN TAM TERSİ HAREKET EDEREK TAM BİR ÇİFTE STANDART SERGİLEMİŞTİR”

NATO’nun yeni üyelere kapı açması önemli gündem maddelerimizden birisidir. DEVA Partisi olarak NATO’nun açık kapı politikasını desteklemekteyiz. NATO’nun sağlamış olduğu caydırıcılığın Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından kritik önemde olduğunu düşünüyoruz. Bu ittifakın önümüzdeki dönemde de güçlenerek yoluna devam etmesi Türkiye’nin dış politikadaki hedeflerinden birisidir. Ancak özellikle son haftalarda Gazze’de yaşanan katliamlar ve savaş suçları karşısında ABD başta olmak üzere neredeyse tüm NATO üyeleri kabul edilemez, çok rahatsız edici bir tavır ortaya koymuştur. NATO, Ukrayna-Rusya savaşında ortaya koyduğu tavrın tam tersi hareket ederek kurumsal düzeyde de tam bir çifte standart sergilemiştir.

Bazı NATO üyeleri Türkiye’nin terörle mücadelesine yeterince destek vermemekte, savunma sanayi iş birliği konusunda da Türkiye’nin hassasiyetleri yeterince dikkate alınmamaktadır. İsveç’in NATO üyeliği onayı bağlamında da bu parametreler konusunda Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat birimlerimizin de değerlendirmelerini dikkate alarak Türkiye’nin çıkarlarını önceleyen bir anlayışla DEVA Partisi olarak Meclis’te bir tutum ortaya koyacağız.

“TÜRKİYE’DE DEVLET VE KURUMLAR BÜYÜK BİR HIZLA AŞINIYOR”

Türkiye’de devlet ve kurumlar büyük bir hızla aşınıyor. Kurumsallaşma adeta ortadan kaybolmuş vaziyette. Devlette ilkeler, kurumsal kültür, şeffaflık ortadan kalktı. Bu durum her alanda büyük bir yozlaşma ve dış politika açısından da ciddi bir istikrarsızlık ve güvensizlik meydana getiriyor. Serin kanlı, ülke menfaatlerini önceleyen, ilkeliliği, tutarlılığı ve sürekliliği gözeten düşünce yapısı yerine ülkemizdeki bütün süreçler kendini partizanlığa ve dar bir anlayış içerisinde ülkenin menfaatlerinden çok uzak kararlara terk etti. Siyasi atamalar, bürokratik refleksleri felç etmiş durumda. Dışişleri Bakanlığı da bu aşınmadan maalesef payını almış durumda. Bu gidişata mutlaka dur denilmelidir.”

 

İlgili Haberler