22 Kasım 2024 Cuma

İbb Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce: “Askeri Alanların İmara Açılması Afet Yönetiminde Riski Arttırdı”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce, “Kent planlaması derin bir krizin içerisine sistematik olarak sokuldu. İmar mevzuatımız nedeniyle hem afet hem de iklim krizlerine karşı son derece riskli bir kentsel yapılaşmaya sahibiz. Askeri alanların imara açılması ise hem afet yönetimi açısından riskleri arttırdı hem de kentlerin planlanması anlamında büyük zaaflar yarattı” dedi.

TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Merkezi tarafından düzenlenen 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 47’inci Kolokyumu’nun “Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında Planlama” başlıklı açılış oturumu gerçekleştirildi. Oturumda, İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce, Prof. Dr. Zeynep Enlil, Doç. Dr. Ela Ataç Kavurmacı ve Dr. Gencey Sertar birer konuşma yaptı. Buğra Gökce, Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin çok önemli bir planlama birikimine sahip olduğunu belirtirken, son 40 yılda kent planlamasının sistematik olarak derin bir krizin içerisine sokulduğunu ifade etti.

Temel planlama kurumlarının aşama aşama yok edildiğini, kent planlamasının yapılaşma ve betonlaşmanın önünü açan imar planı üretimine hapsolduğunu dile getiren Gökce, sözlerine şöyle devam etti:

“DPT’NİN KAPATILMIŞ OLMASI TÜRKİYE’DE PLANLAMAYA ÇOK BÜYÜK YARA AÇMIŞTIR: 1960’larda Türkiye’nin en değerli kurumları arasında yer alan DPT’nin yakın zaman önce kapatılmış olması, Türkiye’de planlamaya çok büyük bir yara açmıştır. Türkiye’de nazım plan bürolarının 1960’lardan 1980’lere kadar ürettiği araştırmalar, raporlar ve hazırladığı planlara bugün ulaşamıyoruz. Arşivleri darmadağın edilmiş durumda. İstanbul’un Çevre Düzeni Planı 2009 yılından sonra 80 defa tadil oldu. Daha onaylandığı andan itibaren adeta beşiğinde boğuldu. Benzer durum Ankara için yapılan planda da ne yazık ki bu acımasızlıkla gerçekleşti. Mesleki pratiğimizin planlama değil de imar planı yapma kapsamına daraltılmasının neden olduğu olumsuz tablonun iki önemli sonucu var. Birincisi; kıyılarımız ve önemli tabiat alanlarımızın aşırı bir yapılaşmaya feda edilmesi ve niteliksiz bir yapı stokuyla dolmasıdır. İkinci olumsuz sonuç ise yaşanan afetler sonucu niteliksiz ve riskli yapı stokumuzun yıkılması sonucunda can ve mal kayıplarımızın giderek artmasıdır.

15 TEMMUZ HAİN DARBE GİRİŞİMİ SONRASI BU EYLEM PLANINDAN ASKER ÇIKARILMIŞTIR: 1950’li yıllarda, zamanının da ilerisinde olup, hala bugün de geçerli olan Afet Yasası hazırlanmıştır. Dünyada depreme karşı güvenli yapı standartlarını tarif eden, İtalya’yla birlikte, ilk ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bir afet anında askeri kuvvetlerin alacağı sorumluluklardan başlayarak sivil savunma unsurlarının afete nasıl müdahale edileceğinden başlayarak, afet sonrası zarar görenlere yardımlar ile afetzedelere konut yapımı dahil tüm safhalar için kapsamlı bir kurumsal yapılanmayı Türkiye Cumhuriyeti, 1950’lerden itibaren başarabilmiştir. Ne yazık ki 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası bu eylem planından asker çıkarılmıştır. Askeri alanların imara açılması ise hem afet yönetiminde riskleri arttırdı hem de kentlerin planlanması anlamında büyük zaaflar yarattı.

2000 YILI SONRASI YAPILAN BİNALAR DA ZANNEDİLDİĞİ KADAR GÜVENLİ DEĞİL: 6 Şubat’ta karşı karşıya kaldığımız, 11 ilde 50 bini aşkın kişinin öldüğü, 100 bin kişinin yaralandığı, 2 milyona yakın konutun hasar aldığı ve yıkıldığı, 3 milyonun üzerinde vatandaşımızın barınma sorunu yaşadığı felaketin bize gösterdiği en çarpıcı gerçekler arasında, 2000 yılı sonrası yapılan binaların da zannedildiği gibi güvenli olmadığıdır. Oysa imar planlarıyla yapılaşma emsalleri tarif eden, rant oluşturup rantın bölüşümünde vatandaşın müteahhitle karşı karşıya kalmasına neden olan imar planı anlayışı ve pratiğini geride bırakmalıydık. Ama rant iştahı nedeniyle, çeşitli bahanelerle birçok kurumun ve kanunun içi maalesef boşaltılmıştır.

ÜLKEMİZDE 25 YILDIR YETERLİ SOSYAL KONUT ÜRETİLMİYOR: Tüm bu sürç içinde 1960’lı yıllarda ülkenin bugünkü koşullara benzer bir barınma sorunu yaşadığı dönemlerde, vatandaşlarımıza ucuz kamu ve sosyal konut arzı yapabilen mekanizmalar, o günlerin şartları dahilinde yoğun emeklerle hayata geçirilmişken, özellikle son 25 yılda bunların da devre dışı bırakılmasını maalesef vurgulamamız gerekir. Ülkemizde 25 yıldır maalesef yeterli sosyal konut üretilmiyor. 1960’lardan 1980’lere kadar Türkiye GSYH’nın yüzde 6’larına kadar olan payını konut finansmanı ve konut üretimine ayırabilmişti. 2000 sonrası, kentsel dönüşüm, kentsel yayılma, saçaklanma süreci, depreme hazırlık diye başladı. Ama vatandaşlarımızın ihtiyacı olan ucuz, erişilebilir ve sosyal konutlar yapılmadı. İmar Barışı uygulaması ise bir imar affı olarak uygulandı. Şehirlerimiz deprem risklerine karşı savunmasız kalmaya devam etti. Bugün maalesef, hem afet hem de iklim krizleri karşısında hasar görebilirlik düzeyi son derce yüksek bir kentsel ve yapılı çevrelere sahibiz.”

GÖKCE’DEN 13 MADDELİK ÇÖZÜM ÖNERİSİ

Kentsel dönüşümün sadece konutları yenilemek gibi dar bir alanda yürütülemeyeceğini ifade eden Gökce 13 maddelik önerilerini de Kolokyum’a sundu. Gökce çözüm önerilerini 13 maddede sıraladı:

“- Kentsel şehir altyapılarının deprem, sel, taşkın, erozyon ve yangın risklerine karşı güçlendirmesi ve yenilenmesi,

– İklim krizinin etkilerine kentsel mekan ve tek yapı ölçeğinde hazırlık,

– Kirletici atık üreten tesislerin deşarj sistemlerinin sıfır atık temelli yeni çevre altyapısı ile yenilenmesi,

– İmar planlarının yapılması ve yenilenmesinde çoklu afetlere karşı dirençlilik sağlayıcı kriterlerin acilen mevzuatta tarif edilmesi,

– Enerji verimliliği ve döngüsel ekonomi uygulamalarının ivedelikle başlaması,

-Kent içi ulaşımda düşük karbonlu sistemlere geçiş,

-Çevreye duyarlı çok modlu kentsel ulaşım ve taşımacılık terminalleri yapılması,

-Tüm afet tehlikelerini kapsayacak şekilde afet sigortaları sisteminin hayata geçirilmesi,

– Dezavantajlı gruplar için sosyal konut, kiralık sosyal konut vb. konut üretim modellerinin uygulanması,

– Rezerv konut alanlarının, boşalttığımız riskli konut alanlarındaki ihtiyaç sahiplerine tek tek o bölgede inşa etmeleri, bu alanları olası deprem ve afetler için geçici barınma alanı olarak kullandırılması,

– Tek yapı ölçeğinde dönüşüm için uzun vadeli, düşük faizli keredi olanaklarının sağlanması, geçmişte Emlak ve Kredi Bankası’nın uyguladığı konut tasarruf hesapları ve kredileri uygulamalarının yeniden hayata geçmesi,

– İstanbul gibi dünyada emsali olmayan bir şehrin tarihi ve kültürel yapılarını, anıtlarını ve hala kullandığımız şehirsel altyapılarının depremlere, sellere, taşkınlara, toprak kayması ve yangın gibi risklere karşı korunması, restorasyonu ve işlevlendirilmesini özgün bir programla gerçekleştirilmesi,

– Kültürel, tarihi ve endüstriyel mirasımızın statik olarak da korunması için proaktif bir yasal mevzuatın hayata geçirilmesi.”

 

İlgili Haberler