12 Kasım 2024 Salı

Dünya Mimarlık Günü… Karakuş: “Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında Kendi Mimarlarından Umudu Kesmiş Ve Yurt Dışından Mimar İthal Ederek Deprem Sürecindeki Bölgeleri Ayağa Kaldırmak İsteyen Bir İktidar, Mesleğimize Çok Büyük Haksızlık Ediyor”

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Dünya Mimarlık Günü nedeniyle bugün basın toplantısı düzenledi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Candan Karakuş, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında kendi mimarlarından umudu kesmiş ve bu yüzden yurt dışından mimar ithal ederek deprem sürecindeki bölgeleri ayağa kaldırmak isteyen bir iktidar Cumhuriyet’in 100. yılına, mesleğimize ve bu ülkeye çok büyük haksızlık ediyor. Bu ülkenin binlerce mimarı var. Yüreği Cumhuriyet ateşiyle, dirençlilikle, yeni kentlerle birlikte o kültürel varlıkları ayağa kaldırmaya çalışacak binlerce mimarı var. Ama onların derdi uluslararası sermayeyle birlikte deprem görmüş bütün kentleri paylaşmak oluyor. Bu da aslında bütün toplumun direncini kırıyor. Sadece sermayeyi dirençli hale getiriyor” dedi.

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Dünya Mimarlık Günü nedeniyle bugün Konur Sokak’taki binasında basın toplantısı düzenledi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Candan Karakuş, şöyle konuştu:

“DÜNYA BİR YOK OLUŞA DOĞRU GİDİYOR. İKLİM KRİZİ, SAVAŞLAR, VAHŞİ KAPİTALİZMİN KENTSEL YAYILMASI, GELİR DAĞILIMINDAKİ EŞİTSİZLİK…”

“Bugün Dünya Mimarlık Günü. Dünyanın 20 ülkesinde, milyonlarca mimar aslında bugünü kutluyor. Bu yıl Dünya Mimarlık Günü teması, Uluslararası Mimarlar Birliği tarafından ‘Dirençli Topluluklar İçin Mimarlık’ olarak belirlendi. Bunun bir anlamı var. Neden ‘Dirençli Topluluklar İçin Mimarlık’ sürecinin yaratıcı ve yenilikçi yaklaşımlarla ele alınması süreci… Dünya bir yok oluşa doğru gidiyor. İklim krizi, savaşlar, vahşi kapitalizmin kentsel yayılması, gelir dağılımındaki eşitsizlik, bu eşitsizlikle birlikte kentlerde yaşayan insanların yoksullaşması, savaşlarla birlikte kültürel mirasın yok edilmesi ve aynı zamanda ekolojinin ve coğrafyanın alt üst olması nedeniyle dünyanın bu yok oluşuna karşı Uluslararası Mimarlar Birliği bütün mimarları bir sorumluluk almaya davet ediyor. Savaşlar, azgın kentleşme, sermaye odaklı yapılaşmalar, doğayı dikkate almayan yaklaşımlar toplumun direncini kırıyor. Biz de Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak hem bu ‘Dirençli Topluluklar İçin Mimarlık’ kavramını hem de aslında Cumhuriyet’in ve Başkent’in 100. yılını kutlayacağımız ekim ayı kapsamında genel bir yaklaşımla ele aldık.

“DİRENÇLİ MEKANLARIN OLUŞTURULMASI NOKTASINDA KAMUSAL ALANLARIN, PARKLARIN SAVUNULMASINDAN ÖNCE MİMARLARIN DİRENÇLİ OLMASI GEREKİYOR”

Öyle inanılmaz bir dönemde yaşıyoruz ki insanların yaşayabilmesi için dirençli mekanların oluşturulması noktasında kamusal alanların, parkların savunulmasından önce mimarların dirençli olması gerekiyor. Çünkü bugün karşı karşıya kaldığımız hedef gösterme, cezalandırmalar, geçen hafta Yargıtay kararıyla Gezi Davası’nda kamusal bir parkı savunduğu için arkadaşlarımızın cezalarının onanması, keza Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin üç yönetim kurulu üyesinin (başkan, başkan yardımcısı ve yönetim kurulu saymanının) kentsel mücadeleden kaynaklı devlet memurluğundan ihraç edilmesi, yönetim kurulu üyelerinin basının aslında o hür sesini kamuoyuyla buluşturduğu haberlerine ödül verdiğimiz için yönetim kurulu üyelerinin cezalandırılmak istenmesi aslında insanlar için sağlıklı ortamlar dilerken, dirençli ortamlar yaratmaya çalışırken önce bizim dirençli olmamız gerektiğini bu ülke bize bir kez daha hatırlatıyor.

“EKİM AYI BOYUNCA HEM DİRENÇLİ BİR KENT OLARAK ANKARA’NIN DEPREMSELLİĞİNİ, SUYA KARŞI DAYANIKLIKLARINI TARTIŞACAĞIZ”

Biz bu yılın startını deprem bölgesinden, Antakya’dan vermek istedik. Deprem bölgesi herkesin gündelik yaşantısı içerisinde bir miktar göz ardı edilmiş durumda. Deprem bölgesinin dışında yaşayan insanlar normal yaşantılarına dönmüş ama orası normal olunmayacak bir sürecin bize ifadesini gösteriyor. Yağan yağmurlarla birlikte, sel altında kalmalar, konteyner kentlerin su baskınları, kışın gelecek doğal olaylarla birlikte oradaki yaşanan sorunun gerçekten bir dirençli yapıya, geçici çözümlerde bile bir direnç sağlaması gerekiyor. Ekim ayı boyunca hem dirençli bir kent olarak Ankara’nın depremselliğini, suya karşı dayanıklıklarını tartışacağız. Hem de Cumhuriyet’in ve Başkent’in 100. yılında bize bu direnme gücü veren o büyük kurucu ideolojinin, direnişin başkenti olarak aslında Cumhuriyet’in 100 yılında neyi biriktirdik, neyi hedefledik, hem mimarlık alanında hem o kültürel varlıklar alanında biz nereye geldik, bunlarda kimin katkıları vardı? Bunları konuşacağız.

“DOĞANIN, NİTELİKLİ MİMARLIĞIN, ÇEVRENİN KORUNMASI SÜRECİNDE VERİLEN MÜCADELEDE İNSANLARIN HAPİS YATMASI, İŞLERİNDEN ATILMASI, CEZALANDIRILMASI SÜRECİ, DÜNYANIN BAŞKA HİÇBİR YERİNDE YAŞANMIYOR”

Bu 100. yıl biraz hak ettiği sürecin ötesinde bir anlam taşıması gerekirken biraz buruk kutlama var. Coşkuyu hissedemiyoruz. Hem toplumsal muhalefette hem siyasi partilerde bunun böyle genel geçer yaklaşımlarla geçiştirilmemesi gerekiyor. Herkes Cumhuriyete borçlu. 100. Yılında biz isterdik ki yüzlerce o yüzyıla uygun mekansallıklar örülsün, yüzlerce bize umut yaratacak adımlar atılsın. Maalesef bunları göremedik. Umut, dirençli durmaktaymış. Onu fark ettik. Çok tesadüf de olsa dirençli topluluklar yaratılması sürecinde mimarlara çağrı yapan Uluslararası Mimarlar Birliği, herhalde en anlamlı dirençliliği Türkiye kesimi için olacak. Bizi şaşkınlıkla izliyorlar. Doğanın, nitelikli mimarlığın, çevrenin korunması sürecinde verilen mücadelede insanların hapis yatması, işlerinden atılması, cezalandırılması süreci, dünyanın başka hiçbir yerinde yaşanmıyor.

“ANKARA’NIN HER YERİNDE VE NOKTASINDA İZİMİZ VAR. BU İZ BİZİM YÜZÜMÜZ. YANİ CUMHURİYETİN DEĞERLERİNİN BUGÜNE TAŞINMASI”

Başkentin yüzünü göstermeye çalışıyoruz. Biz yüzü biraz görünme olarak da algılıyoruz. Çünkü başkent ideolojik, mekansal olarak Cumhuriyet’in yüzü. Burası tarumar edildi, tahrip edildi, yıkıldı ama o kadar güçlü kökleri, ideolojisi var ki hala izlerini bugüne taşıyabiliyor. Pek çok kez Atatürk Orman Çiftliği’nde, Saraçoğlu Mahallesi’nde, Ulus tarihi kent merkezinde, yıkılan her bir binada bütün bunları kamuoyuyla paylaşarak Cumhuriyet’in 100’ünü bugüne taşımanın en önemli sürecini üstlenmiş örgütlerden birisiyiz. Dirençli topluluk yaratmak için direnç gösterdik. Her şeye rağmen bedel ödedik. Bugüne kadar yüzlerce Cumhuriyet döneminin mekansallığını koruma kararı içerisinde bugüne taşınmasına vesile olduk. Bunlardan bir tanesi Ulucanlar Cezaevi’dir. Mimarlar Odası Ankara Şubesi olmasaydı Ulucanlar Cezaevi yıkılıp ayakkabıcılar çarşısı yapılacaktı. Bunlardan bir tanesi Saraçoğlu Mahallesi. Cumhuriyetin ilk toplu konutu. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin 30 yıla yakın verdiği mücadele olmasaydı orası yıkılacaktı. Manhattan gibi yüksek yoğunluklu yapılaşmalar olacaktı. Bugün eleştirdiğimiz, doğru bulmadığımız yaklaşımlarla restorasyonunu yaptılar ama yıkılmadı. Bu bizim başarımız. Ankara’nın her yerinde ve noktasında izimiz var. Bu iz bizim yüzümüz. Yani Cumhuriyetin değerlerinin bugüne taşınması.

“YURT DIŞINDAN MİMAR İTHAL EDEREK DEPREM SÜRECİNDEKİ BÖLGELERİ AYAĞA KALDIRMAK İSTEYEN BİR İKTİDAR, CUMHURİYETİN 100. YILINA, MESLEĞİMİZE VE BU ÜLKEYE ÇOK BÜYÜK HAKSIZLIK EDİYOR”

İşsizlik aldı başını gidiyor. 132 tane Mimarlık Fakültesi her yıl 6 bin kişi mezun oluyor. Bu mezun olma sürecinde kamuya 10 bin imam atanırken 3-5 tane mimar atanıyor. İşte bu yüzden Türkiye dirençli hale gelemiyor. Bu yüzden mimarlık ortamının ve teknik insanların söylediklerini dikkate almadıkları için depremlerde bu kadar çok can kaybı yaşıyoruz. Sel felaketlerinde bütün altyapı çöküyor. Canlarımızı kaybediyoruz. Bize kulak vermedikleri için bugün karşı karşıya kaldığımız durum bu. Sonra medeti yurt dışından mimar getirmekle süreci çözeceklerini düşünüyorlar. Çünkü onlar aslında işin vizyonundalar. Onlar işin sadece havasındalar. Oysa biz işin altındayız, altyapısındayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında kendi mimarlarından umudu kesmiş ve bu yüzden yurt dışından mimar ithal ederek deprem sürecindeki bölgeleri ayağa kaldırmak isteyen bir iktidar Cumhuriyet’in 100. yılına, mesleğimize ve bu ülkeye çok büyük haksızlık ediyor. Bu ülkenin binlerce mimarı var. Yüreği Cumhuriyet ateşiyle, dirençlilikle, yeni kentlerle birlikte o kültürel varlıkları ayağa kaldırmaya çalışacak binlerce mimarı var. Ama onların derdi uluslararası sermayeyle birlikte deprem görmüş bütün kentleri paylaşmak oluyor. Bu da aslında bütün toplumun direncini kırıyor. Sadece sermayeyi dirençli hale getiriyor.”

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Nihal Evirgen ise şunları söyledi:

“İKLİM KRİZİNİN KARŞILAŞTIRACAĞI AFETLERLE EN YÜKSEK RİSK ALTINDA OLAN ÜLKELERDEN BİRİ TÜRKİYE”

“Toplulukların dirençli olabilmesi için yaşadığı çevrenin kentin de aslında dirençli ve uyarlanabilir olması gerekiyor. Başımıza gelecek her türlü senaryoya göre dayanımının arttırılması hem toplulukların hem de kentlerin karşılaştığı afetler, olağanüstü haller karşısında buna hemen uyum sağlama yeteneğinin güçlendirilmesi kentsel sistemlerin sürdürülebilirliğini sağlanması, yaşamın kaldığın yerden devam edebileceği şekilde güncel duruma uyarlanabilir olması gerekiyor. Türkiye dirençli bir topluluk, dirençli kentler üretmesi zorunlu ülkeler arasında. Önümüzdeki yıllarda iklim krizinin karşılaştıracağı afetlerle en yüksek risk altında olan ülkelerden biri Türkiye. Su ve gıda krizi, afetlere karşı deprem bölgesinde bulunması nedeniyle karşılaşacağı durumlar… Her yıl daha da artarak yaşadığımız sorunlu durumlar karşısında Türkiye en kırılgan ülkelerin başında geliyor.

“GEZİ’DE OLDUĞU GİBİ TOPLUMSAL BİR UYANIŞA İHTİYAÇ VAR”

Mimarlar Odası’nın ödediği bedellerden bahsettik. Bu bedellerin yalnızca yönetim kurulunun, birtakım insanların üzerine kalmaması lazım. Gezi’de olduğu gibi toplumsal bir uyanışa ihtiyaç var. Tıpkı o gün milyonların sokakta olduğu halde bugün 5 kişiye indirgenmeye çalışılan bir suçun hiç kimse tarafından kabul edilemeyeceği ortada. Bu kararın vicdanlara sığmadığı ortada. Arkadaşlarımız bunu dimdik karşılamaya devam ediyorlar.”

İlgili Haberler