Öğrencilerin Beklediği Haber Geldi: İki Aylık Burs ve Kredi Ödemeleri Hesaplara Yatırılmaya Başlandı
AYM Can Atalay Kararının Gerekçesini Yayımladı
Anayasa Mahkemesi, cezaevindeki milletvekili Can Atalay’ın ikinci başvurunun karşısında verdiği hak ihlali kararının gerekçesini Resmi Gazete’de yayınladı. Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi ve hukukun emrettiği yöntemler izlenerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmamasının Anayasa’ya aykırı olduğu belirtilen gerekçeli kararda, “Mahkemeler ve kamu gücünü kullanan diğer organlar, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamaktan veya gereğini yerine getirmekten hiçbir şekilde kaçınamaz. Türlü bahaneler ve hukuk tanınmaz tutum ve davranışlarla Anayasa’yı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlüğü bulunan mahkemelerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine ve mevcut ihlallerin sürdürülmesine neden olacak şekilde, Anayasa’nın öngördüğü hukuk düzenine karşı koyma anlamına gelen keyfi kararlara hiçbir hukuk sisteminde müsaade edilemez. Dolayısıyla bir hukuk devletinde anayasal hükümlere uymamanın ilgililer açısından cezai, idari ve hukuki sorumluluk doğuracağı açıktır” denildi.
Anayasa Mahkemesi, cezaevindeki milletvekili Can Atalay’ın; hakkında verilen ihlal kararının gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle yaptığı ikinci ihlal başvurusu karşısındaki kararını 21 Aralık’ta vermişti. Mahkeme; Can Atalay’ın “bireysel başvuru hakkının” ihlal edildiğine oy birliğiyle; “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının” ihlal edildiğine oy çokluğuyla karar vermişti. Yüksek Mahkeme, oy birliğiyle; Can Atalay hakkındaki yargılamanın yeniden başlaması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, tahliye edilmesi ve yeniden başlayacak yargılamada durma kararının verilmesine karar vermişti.
AYM’nin Can Atalay’ın ikinci başvurusu karşısında verdiği ihlal kararının gerekçesi bugün Resmi Gazete’de yayınlandı.
Kararın gerekçesinde şu değerlendirmeler yapıldı:
“Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı üzerine, devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere mahkemelerce gerçekleştirilmesi gereken yargısal işlemlerin bütününe 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinde ‘yeniden yargılama’ denilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak hükmedilen yeniden yargılama, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı bir müessesedir.
Anayasa Mahkemesi’nin bir ihlal kararı kendisine ulaşan mahkemenin, anayasal ve yasal yükümlülüğü, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarının uygunluğunu veya yerindeliğini sorgulamak değil, ihlalin sonuçlarını gidermek üzere ilgili usul hukukunun imkân ve gereklilikleri çerçevesinde yargısal işlemlere başlamaktır.
“ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İHLAL KARARININ GEREĞİ YERİNE GETİRİLMEMİŞTİR”
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına ilişkin anayasal hüküm, bireysel başvuru kapsamında ihlal edildiğine karar verilen temel hak ve özgürlükler için de geçerli olan ek bir güvencedir. Başvuruya konu somut olayda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi anayasal ve yasal zorunlulukları göz ardı ederek başvurucu hakkında yeniden yargılama işlemlerine başlamamış, hükmün infazına devam olunmuş ve başvurucunun hükümlü statüsü sürdürülmüştür. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının gereği yerine getirilmemiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarının yerine getirilmemesi, Anayasa’nın 153. maddesinin altıncı fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükmü ile çatışan bir durum ortaya çıkmıştır.
“YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ ‘ANAYASA MAHKEMESİ KARARINA UYULMAMASINA’ ŞEKLİNDE TÜRK HUKUKUNDA BULUNMAYAN BİR KARAR VERMİŞTİR”
Somut olayda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlalini sonlandırması ve sonuçlarını ortadan kaldırması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden başvurucunun yeniden yargılamasına başlanmasını, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasını, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanmasını ve başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını kullanabilmesi için Anayasa’nın 83. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca yargılamanın durmasına karar verilmesini istemiştir. Buna rağmen mahkeme, usul hukukunda kendisine verilmemiş bir yetkiyi kullanarak ihlal kararının gereğini yerine getirmekten kaçınmış ve dosyayı Yargıtay 3.Ceza Dairesine göndermiştir. Daire de ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir.
“ANAYASA MAHKEMESİ, İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİNİ İLGİLİ MAHKEME OLARAK BELİRLEDİĞİ İÇİN YARGITAY’IN 6216 SAYILI KANUN KAPSAMINDA YENİDEN YARGILAMA YETKİ VE GÖREVİ BULUNMAMAKTADIR”
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklindeki kararı ise Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’a aykırı olduğu gibi 5271 sayılı Kanun’da veya diğer kanunlarda bulunmayan bir karar türüdür. Esasen Anayasa’nın bireysel başvuru hakkını güvence altına alan 148. maddesi ve bireysel başvuru kararları dahil Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını düzenleyen 153. maddesi karşısında böyle bir karar türünün olması da mümkün değildir. Belirtmek gerekir ki bir anayasal kurum olan Yargıtay’ın yetki ve görevleri Anayasa’nın 154. maddesinin ‘Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar’ biçimindeki birinci fıkrasında açıkça gösterilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarından sonra yapılacak yeniden yargılamalarda ise ihlal hangi aşamada gerçekleşirse gerçekleşsin Yargıtay’ın doğrudan görevli olduğuna dair bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Bu çerçevede temyiz mercii olan Yargıtay’ın bu incelemeyi yapıp dosyadan el çektikten sonra tekrar aynı dosyada olağan yollarla görev ifa edebilmesi, ancak dosyada yeniden yargılama başlatıldıktan sonra derece mahkemelerince verilen kararın olağan kanun yolları çerçevesinde temyiz edilmesiyle mümkün olabilir. Bunun istisnası Anayasa Mahkemesi’nin tespit ettiği bir ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için ilgili mahkemenin Yargıtay olduğuna karar vermesidir. Bu durumda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ihlal kararı yeniden yargılama yapması için Yargıtay’a gönderilir. Eldeki başvuruya konu yargılamada ise Anayasa Mahkemesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ni ilgili mahkeme olarak belirlediği için Yargıtay’ın 6216 sayılı Kanun kapsamında yeniden yargılama yetki ve görevi bulunmamaktadır.
“SOMUT OLAYDA, MAHKEMELERİN İZLEMİŞ OLDUĞU YÖNTEM, BAŞVURUCUYU YARGILAMA GÜVENCELERİNDEN TÜMÜYLE YOKSUN BIRAKMIŞTIR”
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, ihlal kararının gönderildiği ilk derece mahkemesi Anayasa Mahkemesi’nin kararı uyarınca önüne gelen dosyada yeniden yargılamayla ilgili görevini yerine getirmemiş, başvurucunun Anayasa’nın 67. ve 83. maddelerinde korunan haklarını da gözeten bir yargılama yapmamıştır. İlk derece mahkemesinin dosyayı Yargıtay’a göndermesi sonucunda Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı kuralından doğan mahkemeye erişim hakkına, 6216 sayılı Kanun’un amir hükmü gereği yeniden yargılama işlemlerine başlanarak ihlal kararına uygun bir karar verilmeyerek etkili karar hakkına ve Anayasa’nın 37. maddesinde güvence altına alınan tabii hakim güvencesine de aykırı hareket edilmiştir. Sonuç olarak, somut olayda mahkemelerin izlemiş olduğu yöntem, başvurucuyu yargılama güvencelerinden tümüyle yoksun bırakmıştır. Başka bir ifadeyle yeniden yargılama dosyası görevi ve yetkisi olmayan bir mahkemece karara bağlanarak Anayasa’nın 142. maddesinin amir hükmüne ve Anayasa’nın 37. maddesinde yer alan tabii hakim ilkesine açıkça aykırı hareket edilmiştir.
“YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ, ÖNCEKİ KARARLARINDA ‘ANAYASA MAHKEMESİ’NİN DAİREYİ DE BAĞLAYAN KARARLARI DOĞRULTUSUNDA YORUMLANMASI VE BELİRLENMESİ GEREKMEKTEDİR…’ DİYEREK BAĞLAYICILIK KONUSUNDA ANAYASA MAHKEMESİ VE YARGITAY CEZA KURULU’NUN KARARLARINI TAKİP ETMİŞTİR”
Nitekim Anayasa’nın söz konusu amir hükümlerini gözeten Yargıtay Ceza Genel Kurulu Anayasa Mahkemesi’nin Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven kararlarında ‘Anayasa’nın 14. maddesine atıf yapan Anayasa’nın 83. maddesindeki istisnanın temel güvencelere sahip, belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayan anayasal ve yasal bir düzenleme olmadığı hususundaki tespitleri’ ışığında seçimlerden önce soruşturmasına başlanmış olan milletvekillerine isnat edilen suçların Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığından bahisle yargılanmalarının mümkün olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi de konuya ilişkin önceki kararlarında ‘Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ‘Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki durumlar’ ibaresinin kapsamının, Anayasa Mahkemesi’nin Daireyi de bağlayan kararları doğrultusunda yorumlanması ve belirlenmesi gerekmektedir…’ diyerek bağlayıcılık konusunda Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Ceza Kurulu’nun kararlarını takip etmiştir.
“BİR HUKUK DEVLETİNDE ANAYASAL HÜKÜMLERE UYMAMANIN İLGİLİLER AÇISINDAN CEZAİ, İDARİ VE HUKUKİ SORUMLULUK DOĞURACAĞI AÇIKTIR”
Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğuna dair herhangi bir istisnası bulunmayan hükmün hukukun bütünüyle alakalı tutarlı kararlar almayı ve böylece yargısal bütünlüğü de sağlamayı tüm hukuk uygulayıcılarına şart koştuğu açıktır. Bu ilke uyarınca mahkemeler ve kamu gücünü kullanan diğer organlar, Anayasa Mahkemesi kararlarımı uygulamaktan veya gereğini yerine getirmekten hiçbir şekilde kaçınamaz. Türlü bahaneler ve hukuk tanınmaz tutum ve davranışlarla Anayasa’yı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlüğü bulunan mahkemelerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine ve mevcut ihlallerin sürdürülmesine neden olacak şekilde, Anayasa’nın öngördüğü hukuk düzenine karşı koyma anlamına gelen keyfi kararlara hiçbir hukuk sisteminde müsaade edilemez. Dolayısıyla bir hukuk devletinde anayasal hükümlere uymamanın ilgililer açısından cezai, idari ve hukuki sorumluluk doğuracağı açıktır.
“HUKUKUN EMRETTİĞİ YÖNTEMLER İZLENEREK İHLALİN VE SONUÇLARININ ORTADAN KALDIRILMAMASI ANAYASA’NIN 153. MADDESİNİN SÖZLÜYLE AÇIKÇA ÇELİŞEN VE ANAYASA KOYUCUNUN İRADESİNE AYKIRI BİR YORUM VE UYGULAMA OLMUŞTUR”
Anayasa ve kanunlar Anayasa Mahkemesi kararını yerine getirme yükümlülüğü altında olan kamu makamlarına ve somut olayda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dosyayı farklı bir yargı merciine gönderme yetkisi vermediği gibi herhangi bir yargısal makama Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını tartışma yetkisi de vermemektedir. Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcılığı, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için hükmettiği yapılması gerekenleri kapsadığı gibi ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak merciin belirlenmesini de kapsar. Anayasa’nın açık düzenlemesi ve bireysel başvurunun işlevleri nazara alındığında Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi ve hukukun emrettiği yöntemler izlenerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmaması Anayasa’nın 153. maddesinin sözlüyle açıkça çelişen ve Anayasa koyucunun iradesine aykırı bir yorum ve uygulama olmuştur.
İhlal kararından sonra yeniden yargılanmaya başlanmamış, başvurucu mahkûmiyet hükmünün infazı durdurularak tahliye edilmemiş ve seçilmiş bir milletvekili olarak yasama faaliyetine katılamamıştır. Bu itibarla, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmaması ilgili hakka ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa’nın 67. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
“BU SÜREÇ ANAYASA’NIN SÖZÜNE AÇIKÇA AYKIRILIK OLUŞTURMUŞ VE NETİCEDE BAŞVURUCUNUN KEYFİ OLARAK ÖZGÜRLÜĞÜNDEN YOKSUN BIRAKILMASINA YOL AÇMIŞTIR”
Başvurucu, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına rağmen halen mahkûmiyet hükmünün infazı kapsamında hükümlü statüsüyle ceza infaz kurumunda tutulmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı ile başvurucunun ceza infaz kurumunda hükümlü statüsünün devam ettirilmesi hukuki dayanaktan yoksun hale gelmiştir. Anayasa Mahkemesi kişilerin -Anayasa Mahkemesi kararına rağmen- özgürlüklerinden yoksun bırakılmaya devam edilmelerini, tutulmanın keyfiliğine sebebiyet veren bir durum olarak kabul etmektedir. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfi olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde dahi uygulanması gereken temel bir güvencedir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yetkisi dahilinde kalan bir dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermesiyle başlayan, dairenin de Anayasa hükümlerini göz ardı ederek verdiği bir kararla şekillenen bu süreç Anayasa’nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuş ve neticede başvurucunun keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasına yol açmıştır. Bu durumda başvurucunun hükümlü statüsüyle hâlen ceza infaz kurumunda tutulması Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin güvencelerin yer aldığı 19. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.”
AYM, Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ile 19. maddesinde güvence altına alınan “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı”nın ihlal edildiğine oy çokluğuyla karar verdi. Bu karara İrfan Fidan, Muhterem İnce ve Muammer Topal karşı oy kullandı.
AYM, Anayasa’nın 148. maddesinde güvence altına alınan “bireysel başvuru hakkı”nın ihlal edildiğine ise oy birliğiyle karar verdi. Hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, yeniden yargılanmasına başlanması, infazın durdurulması, tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi için kararın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine oy birliğiyle karar veren Yüksek Mahkeme, Can Atalay’a da 100 bin lira tazminat ödenmesine de hükmetti.
İlgili Haberler