23 Kasım 2024 Cumartesi

Yalçın Karatepe: İktidar ‘Biz O Faizleri Arttırırsak Vatandaş Kredi Kullanmaz’ Diyor. Ama Taksitsiz Kredi Kartı Borcu Yüzde 73 Artmış. Vatandaşı Yoksullaştırarak, Hayatı Onlara Daha Pahalı Yaparak Enflasyonla Mücadele Edilmez”

Haber: NİSANUR YILDIRIM / Kamera: EYLEM LADİN DEĞER 

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, “Türkiye’deki ekonomik sorunları vatandaş yaratmadı. İşte emekliler, asgari ücret elde edenler, sabit gelirliler… Bunlar aldıkları kararla Türkiye ekonomisinin bozulmasına yol açmadı ki, Türkiye ekonomisini bozan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla uygulanan ekonomik programdı. Bu programların yol açtığı hasarı gidermek için insanları niye yoksullaştırıp onlara daha ağır fatura çıkarıyorlar ve çıkarmayı planlıyorlar? Nimetinden yararlanmadıkları bir dönemin külfetine vatandaş katlanmak zorunda bırakılmamalı. Dolayısıyla yapılan iş yanlış. Vatandaşı yoksullaştırarak enflasyonla mücadele dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. En pahalı şey yoksulluktur. Ürün seçerken ona göre fiyat-performans açısından baktığınızda en düşük olanı seçiyorsunuz. Dolayısıyla yoksulluk pahalı bir şey. Halkın büyük bir kesimde yoksullaştığı için hayat onlar için ciddi şekilde ağır olmaya başlıyor, finansman maliyetleri açısından vs. Peki iktidar ne diyor? ‘Biz o faizleri biraz daha arttırırsak vatandaş kredi kullanmaz, harcamaz. Ardından da enflasyon düşer.’ Ben verilere baktım, kredi kartında faiz artırımından yılbaşına kadar olan dönemin verisini biliyorum. Taksitsiz kredi kartı borcu yüzde 73 artmış. Yani vatandaş şunu dememiş ‘Ya kredi kartı faizleri arttı ben borçlanmayayım.’ Mecbur borçlanacaksınız. Akşam evde sofraya yiyecek koymak zorundasınız. Siz orada şuna mı bakıyorsunuz? ‘Ya kredi faizleri çok yükseldi ben gıda almayayım. Ben 3 gün beslenmeden durabilirim’ diyebilir misiniz? Dolayısıyla vatandaşı yoksullaştırarak, hayatı onlara daha pahalı yaparak enflasyonla mücadele edilmez” dedi. 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu’nun bugün vereceği karar ile birlikte faizin yüzde 45 seviyesine yükseltileceğini söyledi. Karatepe, Türkiye’de seçimden sonra sert bir değişim yaşayan faiz politikalarını, Türkiye’ye gelen yabancı yatırım tartışmalarını, AKP’nin enflasyonla mücadele yöntemini, ekonomide yaşanan son gelişmeleri ANKA Haber Ajansı’na değerlendirdi. Karatepe, şunları söyledi:

“POLİTİKA FAİZ ORANI YÜZDE 45 SEVİYESİNE ÇIKARILACAK. MUHTEMELEN SEÇİMLER SONRASINA KADAR DA O SEVİYEDE SABİT TUTULACAK”

“Merkez Bankası’nın kasım ve aralık aylarındaki faiz artış kararlarından sonra yaptığı açıklamalara baktığımız zaman şunu görüyoruz ki ocak ayında da bir faiz artışı olacak. Kamuoyunda piyasalarda böyle bir beklentinin güçlü bir biçimde var olduğunu görüyoruz. Şu anda yüzde 42,5 seviyesinde olan politika faiz oranı perşembe günü yüzde 45 seviyesine çıkarılacak. Muhtemelen seçimler sonrasına kadar da o seviyede sabit tutulacak. Merkez Bankası’ndan gelen açıklamalar bunu işaret ediyordu. Piyasa beklentileri de bu paralelde. Ben de artık bu yüzde 45’lik oranın satın alındığını yani kabullenildiğini düşünüyorum. Bunun dışında bir değişiklik olma ihtimalinin ben çok düşük olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla 2,5 puanlık bir faiz artırımıyla perşembe günü karşı karşıya kalacağız diye düşünüyorum.  

“ORTA VE KÜÇÜK ÖLÇEKLİ ŞİRKETLERİN NAKDE ERİŞMEKTE SIKINTILARI OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ”

Mevduat faizleri oradan geriledi bir miktar. Mevduat faizleri kasım ayında filan yüzde 50’nin üzerine çıkmıştı ama şimdi piyasaya baktığımız zaman yüzde 40’ın altına kadar gerilemiş bir mevduat faizi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla politika faizi artarken mevduat faizinin biraz gerilemiş olması piyasada paranın bol miktarda hareket ettiğinin bir göstergesi olarak da yorumlanabilir. Bankalar kredi vermekten filan epey imtina ediyorlar. Özellikle şirketler kesimine baktığımız zaman krediye erişmekte çok ciddi sıkıntılar yaşadıklarını görüyoruz. Krediye erişmekte güçlükleri anlaşılabilir bir şey. Türkiye ekonomisinin riskleri çok belirgin bir biçimde ortada durduğu için bankalar biraz çekingen davranıyor olabilir. Hem artan faiz oranları da şirketler açısından ciddi bir sorun. Bu önümüzdeki dönemde şirketler kesiminin finansal açıdan ciddi zorluklar yaşayacağının göstergesi. Zaten açıklanan verilere baktığımızda da şirketlerin finansman zorluklarını özellikle orta ve küçük ölçekli şirketlerin ciddi şekilde yaşamaya başladıkları, bunların bizim net çalışma sermayesi olarak adlandırdığımız yani günlük faaliyetleri için ihtiyaç duydukları nakde erişmekte sıkıntıları olduğunu görüyoruz Faiz politikasının bizi getirdiği yer burası.

“ARTAN FAİZ POLİTİKASI TÜRKİYE EKONOMİSİNİN BÜYÜMESİNİ CİDDİ ŞEKİLDE YAVAŞLATACAK. 2024 YILINDAKİ BÜYÜME, BEKLENTİLERİN OLDUKÇA ALTINDA GELECEK GİBİ GÖRÜNÜYOR”

Sürekli olarak ‘Faizler artsın’ diye koro halinde talepleri olanları vardı. Bu talepler karşılandı. Faizler 8,5’tan şu anda 42,5’a perşembe günü de yüzde 45’e çıkacak. Fakat bunun etkilerini biz ekonominin diğer alanlarda görüyoruz. Örneğin en son açıklanan kasım ayı istihdam verilerine baktığımızda kasım ayında 236 bin kişinin işini kaybettiği görülüyor. Çalışan sayısı da bu kadar bir azalma var.  Sanayi üretim endeksine bakıyorsunuz orada son 3 aydır sistematik bir biçimde gerilemenin olduğunu görüyoruz. Bu bize gösteriyor ki bu artan faiz politikası Türkiye ekonomisinin büyümesini ciddi şekilde yavaşlatacak. 2024 yılındaki büyüme beklentilerin oldukça altında gelecek gibi görünüyor. İşsizlik oranı artacak, ekonomi yavaşlayacak. Dolayısıyla uygulanan politikaların ağır faturasını ağırlıklı olarak çalışan kesim ödemek durumunda kalacak gibi görünüyor.  Ekonomik büyümenin yani bu yüksek faiz oranlarıyla bu şekilde sürdürülmesi çok mümkün görülmüyor. Biraz önceki bahsettiğim göstergeler de zaten ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlamakta olduğunu gösteriyor. Muhtemelen 2024 yılı sonu geldiğinde, Türkiye ekonomisi yüzde 3’ün altında bir büyüme oranıyla yılı tamamlayacak gibi görünüyor. Yılın daha çok başındayız ilerleyen dönemlerdeki verilere de bakmak gerekiyor ama muhtemelen yüzde 3’ün altında bir büyümeyle bu seneyi tamamlayacağız gibi görünüyor.

“YURT DIŞI PİYASALAR DA TÜRKİYE’NİN BEKLEDİĞİ BÜYÜMEYİ DESTEKLEYECEK BİR ORTAMA SAHİP DEĞİL”

Hem ülke içerisinde ekonomik sorunlar var. Hem yurt dışı piyasalar da Türkiye’nin beklediği büyümeyi destekleyecek bir ortama sahip değil. Şimdi dikkat ederseniz Hazine ve Maliye Bakanı’ndan gelen açıklamalar; ‘Türkiye’de talep sönümleniyor, biraz yavaşlıyor. Dolayısıyla ihracata yönelerek, daha fazla malı yurt dışına satarak büyümenizi sağlayın ya da ekonomik çarkınızın dönmesini sağlayın’ yönünde talepler var. Ama yurt dışı piyasalarda da işler o kadar iyi değil. Dolayısıyla Türkiye’nin içeride kaybettiği bu talepten kaynaklı eksikliği yurt dışı ihracatla arttırması söz konusu olmayacak gibi görünüyor. Bütün bunlar büyümenin iktidarın beklentisinin epey altında kalmasına yol açacaktır diye düşünüyorum.

“İKTİDARIN MAYIS AYINDAN İTİBAREN UYGULADIĞI POLİTİKANIN ANA KURGUSU YABANCI SERMAYENİN ÜLKEYE GİRMESİ ÜZERİNE”

CDS primlerinde ciddi bir gerileme oldu. Bir ara 700’lerin üzerine kadar çıkmış olan prim 300’ler seviyesine indi. Ama bizim çok kolay unuttuğumuz bir şey var. 300’ler seviyesi de çok yüksek. Bu Türkiye’nin hala oldukça riskli bir grupta olduğunu bize gösteriyor. Dolayısıyla ‘Bizim CDS’imiz 300’lere geldi’ diye sevinecek bir durumumuz söz konusu değil. Ekonomi olarak bize benzeyen ülkelere baktığımız zaman biz hala bize en yakın iki katı ya da üç katına yakın CDS primine sahip olan bir ülkeyiz. Bu Türkiye’nin kırılganlığının ya da risklerinin ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Belirgin bir biçimde bu risklerin devam ettiğini zaten görüyoruz. Eğer riskler ortadan kalkmış olsaydı uygulanan politikayla birlikte Türkiye’ye oluk oluk yabancı sermayenin girmesi gerekir değil mi? Bu iktidarın mayıs ayından itibaren uyguladığı politikanın ana kurgusu yabancı sermayenin ülkeye girmesi üzerine. Faizlerde ciddi artışlara gidildi. Kur hareketi yaz ortasına kadar ciddi şekilde serbest bırakılıyor. Oldukça kısa sürede 18 liradan 30 liraya çıkan bir dolar kuru oldu. Dolayısıyla bütün bunlar sermaye girişinin hızlı ve yüksek olması beklentisiyle yapılan şeylerdi ama şimdiye kadar giren paraya baktığımızda hayal kırıklığı yaratacak seviyede. İktidarın beklentisini karşılayan bir sermaye girişi yok. Peki niye yok? Risk ya da kırılganlık olarak adlandırdığımız konuların hala yabancı yatırımcı nezdinde de güçlü bir biçimde varlığının sonucu. Türkiye ekonomisine yönelik ‘Yeni kadrolar da göreve geldi. Hadi biz buraya para yatıralım’ gibi bir şey söz konusu değil.

“ENFLASYON YÜKSEK, KUR HAREKETİ DEVAM EDİYOR. FAİZLER YÜKSELMESİNE RAĞMEN BURALARDA BİR İYİLEŞME YOK”

Enflasyonumuz hala çok yüksek seyrediyor. Mayıs ayında yüzde 40’ın altında olan enflasyon yıl sonunda yüzde 64’ün üzerine kadar çıktı ki bu dönemde faizler 5 kat arttırıldı. 5 puan değil. 8,5’tan 42,5’a çıktı. Bu hafta 45 seviyesine çıkacak. Ciddi bir faiz artışından söz ediyoruz. Ama buna paralel enflasyon da yukarı doğru gidiyor. Döviz kurlarında hareketlilik, Merkez Bankası’nın bütün kontrolüne rağmen devam ediyor. 30,30 seviyesinde bir Amerikan doları söz konusu. Enflasyon yüksek, kur hareketi devam ediyor. Faizlerin yükselmesine rağmen buralarda bir iyileşme yok. Bunlar risklerin varlığının bir göstergesi olarak yorumlanıyor. Dolayısıyla yabancı sermayenin iktidarın beklediği kadar bir ilgiyi bu ülkeye göstermediği çok net bir biçimde görülüyor. Not artışı olmadı. Bu kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmeleri notları değiştirmedi ama görünümde bir değişiklik oldu. Ama hala not seviyesine baktığımızda biz, yatırım yapılabilir seviyenin neredeyse 3 kademe altında bir yerde bulunuyoruz. Dolayısıyla ‘Durağandan pozitife dönüştü. CDS primimiz bu kadar düştü’ ifadeleri Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun iyiye döndüğüne işaret olarak yorumlanmamalı. Hala bu ülke ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya.

“KAMUOYUNDA ‘SICAK PARA’ OLARAK BİLİNEN PARA, TÜRKİYE’DE HUKUKMUŞ, YARGIYMIŞ FİLAN GİBİ KONULARLA İLGİLENMİYOR”

Burada gelen sermayenin hangi grupta geldiğine bakmak lazım. Yabancı sermaye dediğimiz zaman bunu 2 ana gruba ayırırız. Bir tanesi iktisatçıların ‘portföy yatırımı’ olarak adlandırdığı kamuoyunda ‘sıcak para’ olarak bilinen yani Türkiye’ye borç olarak verilen, tahvil bono piyasasına geliyor, hisse senedi piyasasına giriyor, bankaların mevduat olarak gelen girdiği hızda çıkma imkanına sahip olan portföy yatırımı şeklinde gelen para, bahsettiğiniz Türkiye’de hukukmuş, yargıymış filan gibi konularla ilgilenmiyor. Çünkü bilgisayarda bir tuşa bastığı anda bu ülkenin hızla çıkarabileceği kaynaklar. Dolayısıyla Türkiye’de olup bitenle, ekonomi dışındaki alanları kastederek söylüyorum, çok ilgileri yoktur. Fakat doğrudan yatırım olarak adlandırdığımız, Türkiye’ye gelecek bir fabrika kuracak, işte bir havaalanı yapacak, hastaneye yatırım yapacak vs. Bunlar uzun vadeli yatırım olduğu için çünkü fabrikanın inşası bile bazen bir yılı filan bulabiliyor makine ekipmanı koyacaksınız, planlama yapacaksınız, üretim yapacaksınız, vs. Bu yıllara yayılan yatırımlar, hedefler uzun vadelidir. Bu şekilde gelecek olanı evet o ülkede hukuk sistemine bakarlar, siyasete bakarlar, pek çok diğer faktöre de dikkat ederek bu yatırım kararlarını alırlar.

“SICAK PARACILAR, ONLARIN HİÇ UMURUNDA DEĞİL. TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VARMIŞ, HUKUK SİSTEMİNDE SORUNLAR VARMIŞ, SEÇİLMİŞ BİR MİLLETVEKİLİ GÖREVE BAŞLATILMIYORMUŞ, EĞİTİM SİSTEMİ BİLİMSELLİKTEN UZAKLAŞMIŞ… UMURUNDA DEĞİL”

Bu açıdan baktığımızda Türkiye’ye doğrudan yani bu ikinci grupta yer alan, doğrudan yabancı sermaye girişinin oldukça düşük seviyelerde olduğunu görüyoruz ki bunun bir kısmı Türkiye’de yabancıların gayrimenkul satın alıyor olmaları. Ankara’da, Antalya’da, İstanbul’da alınan evler. Bu da doğrudan yatırım olarak tasnif edilip, gruplandırılıyor ama böyle büyük yatırımların Türkiye’ye yönelik henüz olmadığını görüyoruz. Ama sıcak paracılar, onların hiç umurunda değil. Türkiye’de insan hakları ihlalleri varmış, hukuk sisteminde sorunlar varmış, seçilmiş bir milletvekili göreve başlatılmıyormuş, eğitim sistemi bilimsellikten uzaklaşmış… Umurunda değil. O sadece hızlı bir biçimde, kısa vadede kazanabileceği şeye bakar, ona yönelik gelir.

“OCAK AYI ENFLASYON VERİSİ AÇIKLANDIĞINDA, MUHTEMELEN YÜZDE 7’NİN ÜZERİNDE BELKİ YÜZDE 8 CİVARINDA BİR AYLIK ENFLASYON VERİSİYLE KARŞI KARŞIYA KALACAĞIZ”

Enflasyonun yükselmeye devam ettiğini biliyoruz. Yıl sonunda yüzde 64 üzerinde bir enflasyon vardı ama ocak ayı enflasyon verisi açıklandığında, muhtemelen yüzde 7’nin üzerinde belki yüzde 8 civarında bir aylık enflasyon verisiyle karşı karşıya kalacağız. Oldukça yüksek bir enflasyon var. Bir kısım artışlar ay sonuna doğru yapılacağı için enflasyon şubatta da yüksek çıkacak. Dolayısıyla yüksek seyreden bir enflasyon bizim temel sorunumuz olmaya devam edecektir. Ben buralarda bir gelişme beklemiyorum. Zaten Merkez Bankası da beklemiyor. Onların yayınladıkları enflasyon raporlarına baktığınız zaman enflasyonda yükselişin en erken bu yılın ortalarında duracağı söyleniyor. Haziran ayına kadar yıllık enflasyon olarak söylüyorum yüzde 75 civarında bir enflasyon beklentisi var. Ben bunun biraz daha üzerinde bir yıllık enflasyon verisine sahip olacağımızı düşünüyorum.

“MERKEZ BANKASI ENFLASYONA İLİŞKİN AÇIKLAMALARINDA FAİZ ARTIRIM DÖNEMİNİN SONUNA GELDİĞİ ANLAMINA GELEN İFADELER KULLANIYOR. DOLAYISIYLA BU ARTIŞ OLACAK VE SEÇİMLERDEN SONRAYA KADAR BİR ARTIŞ OLMAYACAK”

Faizleri bu aydan sonra seçime kadar sabit tutacaklarını Merkez Bankası’nın açıklamalarından anlıyorum. Çünkü Merkez Bankası enflasyona ilişkin açıklamalarında faiz artırım döneminin sonuna geldiği anlamına gelen ifadeler kullanıyor. Dolayısıyla bu artış olacak ve seçimlerden sonraya kadar bir artış olmayacak. Ama özellikle üzerinde durmak istediğim konu, bu yerel seçimlerden sonra Türkiye ekonomisi ne olacak? Özellikle böyle popüler iktisatçılara baktığınız zaman ‘Aslında bu iktidar her şeyi yapmak istiyor ama önünde bir yerel seçim engeli var. Yerel seçimler bir geçsin. Siz o zaman göreceksiniz. Bunlar acayip politikalar uygulayacak’ falan gibi yorumları bol miktarda görüyorum. Bu aslında şunu gösteriyor. Eğer iktidarın kafasında uygulamak istediği bir model var ise ve bunu uygulamak için de seçimlerin geçmesini bekliyor ise uygulamayı planladıkları hiçbir şey vatandaşın menfaatine sonuç doğurmayacağı için. Yoksa niye seçimlerin geçmesini beklersiniz ki? Eğer enflasyonu hızla düşürecek, işsizlikteki artışı hemen engelleyecek, ekonomik büyümeye katkı sağlayacak bir modelleri, uygulayacakları politikalar var ise hiç beklemesinler şimdiden uygulasınlar ki insanlar bir an önce rahat nefes alsın. Demek ki yerel seçim referansı ya da ‘O tarih hele bir geçsin’ bakış açısı yerel seçimden sonra vatandaşı ekonomik anlamda ağır bir dönemin beklediğinin bir göstergesidir diye yorumluyorum. Buna itiraz etmemiz gerek.

“TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN SEBEBİNİ VATANDAŞIN PARA HARCAMASI OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM”

Türkiye’deki ekonomik sorunları vatandaş yaratmadı. İşte emekliler, asgari ücret elde edenler, sabit gelirliler… Bunlar aldıkları kararla Türkiye ekonomisinin bozulmasına yol açmadı ki, Türkiye ekonomisini bozan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla uygulanan ekonomik programdı. Bu programların yol açtığı hasarı gidermek için insanları niye yoksullaştırıp onlara daha ağır fatura çıkarıyorlar ve çıkarmayı planlıyorlar? Nimetinden yararlanmadıkları bir dönemin külfetine vatandaş katlanmak zorunda bırakılmamalı. Dolayısıyla yapılan iş yanlış. Vatandaşı yoksullaştırarak enflasyonla mücadele dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Ama temel kurguları, ‘Vatandaşın cebindeki para az olsun, bunlar harcamasın, harcayamayacağı için de enflasyon yönetilebilir seviyeye gelse de onların beklentilerine paralel düşsün.’ Ben Türkiye’de enflasyonun sebebini vatandaşın para harcaması olduğunu düşünmüyorum. Enflasyon başka sebeplerden ortaya çıkıyor. Bakın çok somut örnekler üzerinden gidelim. Geçtiğimiz haziran ayının sonunda KDV oranı artırıldı. Yüzde 18, yüzde 20’ye çıkarıldı. Hatta bazı ürünlerde 8’den 20’ye çıkarıldı. Şimdi enflasyon hesaplamasında kullanılan fiyatlar içinde vergiler dahil fiyatlar olarak değerlenir. Yani KDV, ÖTV… Ne varsa bunlar içinde değerlenerek enflasyon hesaplanır. Şimdi siz vergiyi arttırıyorsunuz dolayısıyla fiyat artıyor. Artan fiyata bakıyorsunuz diyorsunuz ki ‘Enflasyon yüksek seyrediyor. O zaman ne yapalım’ diyorsunuz, ‘Vatandaşın cebindeki parayı azaltalım.’ Ya kardeşim sen vergiyi artırarak enflasyona ulaştın. Madem mücadele etmek istiyorsun, indir KDV, ÖTV oranını ki fiyatlar bu kadar artmasın.

“TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN ORTAYA ÇIKMASINA YOL AÇAN UNSUR, VATANDAŞIN BİR BUÇUK KİLO DOMATES ALMASI MI? YOKSA BU VERGİ ORANLARINDAKİ CİDDİ ŞEKİLDE ARTIŞLAR MI”

Sadece haziran ayında kalmadı. Yılbaşıyla birlikte maktu vergi oranlarında, yeniden değerleme oranında ciddi artışlar yaşandı. Bunlar enflasyonist değil mi? Niye biz bunları konuşmuyoruz? Yani Türkiye’de enflasyonun ortaya çıkmasına yol açan unsur, vatandaşın bir buçuk kilo domates alması mı? Yoksa bu vergi oranlarındaki ciddi şekilde artışlar mı? İktidar onların konuşulmasını istemiyor. Bakın akaryakıttan alınan ÖTV temmuz ayında üç katına çıkarıldı. 2,5 liradan 7,5 liraya çıkarıldı. Bunun enflasyonist etkisini biz göz ardı edeceğiz, sonra diyeceğiz ki ‘Vatandaşın talebi çok güçlü olduğu için.’ Hayır. Türkiye’de enflasyona yol açan uygulamalar; vergi oranlarındaki ciddi artış, döviz kurunun yol açtığı etkenler ve şirketlerin ciddi şekilde kar elde ediyor olması. Ama biz dönüp faturayı emekliye kesiyoruz.

“MEVDUAT HESABINDA EKSİYE DÜŞÜREREK PARA ÇEKEN BİR EMEKLİNİN O HESAP İÇİN ÖDEDİĞİ FAİZ, BUGÜN İTİBARİYLE, YILLIK BAZDA YÜZDE 97. BU KADAR YÜKSEK FAİZ BAŞKA HİÇBİR YERDE YOK”

Dolayısıyla enflasyonla mücadele etmek için omuzlarına daha ağır fatura yüklememek gerekir. Çünkü vatandaş hakikaten geliriyle ihtiyaçlarını karşılayamadığı için borçlanarak hayatını idame ettirmek durumunda kalıyor. Bunu da kredi kartlarının borcundaki artışa baktığımızda görüyoruz. KMH hesaplarında yani kredili mevduat hesaplarındaki borç tutarındaki artışa bakarak görüyoruz. Bakın yine çok somut bir örnek vereyim. KMH hesapları dediğimiz hesaplar sizin emekli aylığınızın, maaşınızın yattığı banka sizin mevduatınıza bir kredi tanımlıyor. Eğer hesabınızda para olmasa bile siz eksi bakiyeye düşerek hesabınızdan para çekebiliyorsunuz. KMH hesapları dediğimiz şey bu. Bu hesapları ağırlıklı olarak kim kullanıyor biliyor musunuz? Emekliler ve en alt ücret grubunda, asgari ücretliler, onun biraz üzerinde olanlar kullanıyor. Çünkü hesapta para yok, elektrik faturasını ödemek zorunda. Hesabında para olmamasına rağmen gidip bankadan 300 lira, 500 lira işte her neyse kredi çekiyor. Peki bu hesaplar için ödenen faiz oranı ne kadar biliyor musunuz? Bugün KMH’da (Kredili Mevduat Hesabı) yani mevduat hesabında eksiye düşürerek para çeken bir emeklinin o hesap için ödediği faiz, vergi ve fonlar dahil olarak söylüyorum bugün itibariyle, yıllık bazda yüzde 97. Bu kadar yüksek faiz başka hiçbir yerde yok.

“EN PAHALI ŞEY YOKSULLUKTUR”

Hem doğal gaz faturanızı ödeyeceksiniz, para yok. Gidip bankadan borçlanıyorsunuz ve hiç kimsenin ödemediği kadar yüksek bir faizle sizin omuzlarınıza yükleniyor ve oradan borçlanıyorsunuz. O sebeple ben diyorum ki en pahalı şey yoksulluktur. Çünkü finansmana eriştiğiniz zaman en yüksek faiz ödemek durumunda kalıyorsunuz değil mi? Ürün seçerken ona göre fiyat-performans açısından baktığınızda en düşük olanı seçiyorsunuz. Dolayısıyla yoksulluk pahalı bir şey. Halkın büyük bir kesimde yoksullaştığı için hayat onlar için ciddi şekilde ağır olmaya başlıyor, finansman maliyetleri açısından vs. Peki iktidar ne diyor? ‘Biz o faizleri biraz daha arttırırsak vatandaş kredi kullanmaz, harcamaz. Böylelikle talep bilmem ne oldu. Ardından da enflasyon düşer.’ Ben verilere baktım, kredi kartında faiz artırımından yılbaşına kadar olan dönemin verisini biliyorum. Taksitsiz kredi kartı borcu yüzde 73 artmış. Yani vatandaş şunu dememiş ‘Ya kredi kartı faizleri arttı ben borçlanmayayım.’ Mecbur borçlanacaksınız. Akşam evde sofraya yiyecek koymak zorundasınız. Siz orada şuna mı bakıyorsunuz? ‘Ya kredi faizleri çok yükseldi ben gıda almayayım. Ben 3 gün beslenmeden durabilirim’ diyebilir misiniz? Dolayısıyla vatandaşı yoksullaştırarak, hayatı onlara daha pahalı yaparak enflasyonla mücadele edilmez.” 

 

İlgili Haberler