12 Kasım 2024 Salı

CHP, TBMM’yi 9 Ocak’ta Olağanüstü Toplantıya Çağırdı

CHP; Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin cezaevindeki milletvekili Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ikinci hak ihlali kararına da uymamasının ardından Genel Görüşme yapılması için 9 Ocak’ta TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdı. Önergenin gerekçesinde; “Hiçbir organ, kurum ya da kişi Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamama yetkisine, hak ve hürriyetine sahip değildir…  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasa’da yazılı niteliklerini ortadan kaldıran ve demokratik devlet ilkesini bozan, demokratik siyasetin önünü tıkayan süreç, yalnızca politik değil, ekonomik sonuçlar da doğurabilecek bir içerik taşımaktadır… Yaşanan bu gelişmeler karşısında TBMM’nin tutum ve davranışının belirlenmesi, yargı krizinden devlet krizine evrilen gelişmelerin arkasında yatan nedenlerin araştırılması ve bu tür hukuk dışı girişimlerin önlenmesi için gereken düzenlemelerin kararlaştırılması kapsamında bir Genel Görüşme açılması kaçınılmaz bir zorunluluktur” değerlendirmeleri yapıldı.

CHP, 9 Ocak Salı günü TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdı.  

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, dün; Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin cezaevindeki milletvekili Can Atalay’ın hakkındaki ikinci ihlal kararına da uymamasının ardından CHP Parti Meclisi’nin aldığı kararları açıklamıştı. Özel, “TBMM’yi kendi iradesine karşı yapılan bu darbe girişimi için önümüzdeki salı günü saat 15.00’te olağanüstü toplantıya çağırıyoruz” demişti.

CHP Grup Başkanvekilleri Burcu Köksal, Gökhan Günaydın ve Ali Mahir Başarır imzasıyla bugün TBMM Başkanlığı’na Genel Görüşme Önergesi sunuldu. Önergenin gerekçesinde şu değerlendirmeler yapıldı:

“REJİM DEĞİŞİKLİĞİNİN TEZAHÜRÜ”

Son yıllarda rejim değişikliğinin bir tezahürü olarak bazı siyasetçiler, Anayasa’ya sadakat andını hiçe sayarak yaptığı konuşmalarda Anayasa Mahkemesince verilen kararları eleştirmenin ötesine geçerek Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması gerektiğine dair açıklamalarda bulunmuş, Anayasamızı hiçe sayarak demokratik hukuk devletini zedeleyici bir yaklaşım sergilemişlerdir. Yargı organları da benzer şekilde hukuksuz kararlara imza atmış, Anayasa’nın 153’üncü maddesinde açıkça tanımlanan kuralı ihlal edici uygulamalarda bulunmuşlardır. Bunun son örneği de 28. Dönem Milletvekili olarak seçilen Şerafettin Can Atalay’ın yaşadığı hukuksuzluklara ilişkindir.

Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi, Şerafettin Can Atalay’ın Anayasa’nın 67’nci maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile 19’uncu maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiş; kararın bir örneğini hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermiştir. (25.10.2023 tarihli ve 2023/53898 Bireysel Başvuru Numaralı Kararı). Anılan karar, on beş üyeden oluşan Mahkemenin dokuz üyesinin olumlu oyu ile alınmıştır.

Bu çerçevede ilk derece mahkemesine gönderilen Can Atalay hakkındaki ceza dava dosyası, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tek hakim imzasıyla Yargıtay’a iletilmiştir. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, 08.11.2023 tarihli ve 2023/12611 E. sayılı dosya üzerinden; Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafe edilemeyeceğinden cihetle uyulmayacağına; Can Atalay’ın TBMM tarafından milletvekilliğinin düşürülmesi gerektiğine ve yetki aşımı yapan AYM üyeleri hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi ihlal kararının gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle 24.11.2023 tarihinde yapılan ikinci başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi 2023/99744 başvuru numaralı ve 21.12.2023 tarihli kararıyla, Şerafettin Can Atalay dosyasında verdiği ihlal kararını yinelemiş olup, sözü edilen karar 27.12.2023 tarih, 32412 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

“YARGITAY 3’ÜNCÜ CEZA DAİRESİ, AYM KARARLARINI, ‘TERÖR ÖRGÜTLERİ SÖYLEMLERİ İLE UYUM GÖSTEREN’ ŞEKLİNDE NİTELEMEKTEN DE ÇEKİNMEMİŞTİR”

Kararda, başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için dosyanın İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.

Buna karşın, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı yeniden Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’ne göndermiş, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi ise Anayasa Mahkemesi’nin kararına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği cihetle, uygulanması gereken bir kararın bulunmadığı, kesinleşen ve infazı kabil bir hükmün mevcudiyeti karşısında Anayasa Mahkemesi’nin kararının uyulmasına yer olmadığına yönelik karar kurmuştur. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi kararlarını, ‘terör örgütleri söylemleri ile uyum gösteren’ şeklinde nitelemekten de çekinmemiştir. 

“HİÇBİR ORGAN, KURUM YA DA KİŞİ ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINI UYGULAMAMA YETKİSİNE, HAK VE HÜRRİYETİNE SAHİP DEĞİLDİR”

Anayasa’nın 153’üncü maddesi açık olup, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler üzerindeki bağlayıcılığını betimler. Hiçbir organ, kurum ya da kişi Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamama yetkisine, hak ve hürriyetine sahip değildir.

“SADECE YARGI ORGANLARI ARASINDAKİ İHTİLAF OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ”

Bir yargı organının mensuplarının ‘Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı’ şeklindeki Anayasa’nın Başlangıç hükmüne ve 6’ncı maddesinde belirtilen ‘Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz’ hükümlerine açık bir şekilde aykırı olan bu yetki aşımını kullanmaları sadece bir yargı organları arasındaki ihtilaf olarak değerlendirilemez. Nihayetinde bu durum, Yargıtay marifetiyle yargı organının yasama organı üzerinde tahakkümünü doğurmakta; kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal etmektedir. Kaldı ki, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi üyeleri bununla da yetinmemiş ve hukuka aykırı bir karar alarak Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına da karar vermişlerdir.

Ne var ki Anayasa’nın 148’inci maddesi ve 6216 sayılı Kanun gereğince bir AYM üyesini, AYM Genel Kurulu Yüce Divan sıfatıyla yargılayabilir; bunun için on beş üyeden onunun olumlu oyuyla soruşturma izni vermesi gerekir. Bu kadar açık bir Anayasa hükmünün yüksek yargı organı üyesi sıfatını taşıyan hakimlerce göz ardı edilemeyeceğinden dolayı bu karar hukuk devleti ilkesi içerisinde ele alınamaz.

Yukarıda sayılan gelişmeler, sorunu bir yargı krizi olmanın ötesine taşımış ve bir devlet krizi şekline dönüştürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasa’da yazılı niteliklerini ortadan kaldıran ve demokratik devlet ilkesini bozan, demokratik siyasetin önünü tıkayan süreç, yalnızca politik değil, ekonomik sonuçlar da doğurabilecek bir içerik taşımaktadır.    

“TBMM’NİN, SİYASAL PARTİLERİN VE MİLLETVEKİLLERİNİN ORTAYA ÇIKAN GELİŞMELER KARŞISINDA SORUMLULUK ALMASI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRMESİ GEREKMEKTEDİR”

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en temel görevi, her milletvekilinin de ettiği yeminde de belirtildiği üzere Anayasa’ya sadakat ve demokratik hukuk devletini korumaktır. Bu çerçevede TBMM’nin, siyasal partilerin ve milletvekillerinin ortaya çıkan gelişmeler karşısında sorumluluk alması ve yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmektedir. 

Yukarıda anlatılan nedenler ve gerekçelerle, yaşanan bu gelişmeler karşısında TBMM’nin tutum ve davranışının belirlenmesi, yargı krizinden devlet krizine evrilen gelişmelerin arkasında yatan nedenlerin araştırılması ve bu tür hukuk dışı girişimlerin önlenmesi için gereken düzenlemelerin kararlaştırılması kapsamında bir Genel Görüşme açılması kaçınılmaz bir zorunluluktur.”

 

İlgili Haberler