Hatay-Dikmeceliler Tarım Arazileri İçin 34 Gündür Nöbette… “Bir İnsanoğlu İki Kuşak Yetiştirir Ama Bu Zeytin Ağacı Yüzlerce Kuşak Yetiştirip Onlara Bakacak”
Gülizar Biçer Karaca’dan 17 Ağustos Mesajı: “Seyirci Olmaktan Çıkıp Depremi Ciddiye Almalıyız, Sistemin Sürekli Felaket Yaratan Yıkım Tarzında İşlediğini Görmeliyiz”
TBMM Başkanvekili Gülizar Biçer Karaca, Marmara Depremi’nin 24. yıldönümü dolayısıyla “Seyirci olmaktan çıkıp, depremi ciddiye almalıyız. İçinde bulunduğumuz sistemin sürekli olarak felaket yaratan bir yıkım tarzında da işlediğini görmeliyiz. Bunun karşısında mücadele ederken hakiki bir plana ihtiyacımız var. Gelecek için somut bir sonuç çıkarmalı; somut, gerçekçi adımlar atılmalıyız. 17 Ağustos’un yıldönümünde son yaşadığımız depremler bir kez daha sorduruyor: Şimdi değilse, ne zaman?” açıklamasını yaptı.
TBMM Başkanvekili, CHP Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, 17 Ağustos 1999’da meydana gelen ve resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan 7,4 büyüklüğündeki Marmara Depremi’nin yıldönümü dolayısıyla açıklama yaptı. Biçer Karaca, konuya ilişkin bugün yaptığı yazılı açıklamada şunları ifade etti:
“ÜLKEMİZ İÇİN ‘KIRMIZI KOD’ TANIMLAMASININ YAPILMASI GEREKİYOR”
“17 Ağustos’un 24. yıldönümündeyiz. O günden bugüne depreminin çoklu etkilerini yaşıyoruz. Deprem; doğaya karşı toplumların, iktidarların, uygulamaların çatışması; mücadelesi… Bu mücadelenin sonucu, geleceği çetin biçimde etkileyecek. Deprem konuşmak geleceğin felaketlerinden kesitler sunmanın ötesinde, ülkemizin içine düştüğü, dönüşü olmayan, hali hazırda yaşamaya başladığımız bir yolculuktur. Hiç şüphe yok ki kendi yarattığımız yıkımı, yaşamaya başlamış bulunuyoruz. Depremler artık sürpriz olmaktan çıktı; doğanın tüm canlılarının üzerinde varlığını hissettiriyor, gösteriyor. Çarpan etkisi yaratarak büyüyen bir süreçteyiz. Ülkemiz için ‘kırmızı kod’ tanımlamasının yapılması gerekiyor.
“VERİLİ DÜZEN, YIKIMI KENDİ ELİYLE GETİRİYOR”
Domino taşları gibi bir devrilmenin gerçekleşeceği, hatta gerçekleşmeye başladığı alenen ortada… Bu, hayal bile edemeyeceğimiz kadar vahim bir tablo… Ülkemizde son dönemlerde yaşadığımız depremler de bunlara kanıt niteliğindedir. Bir depremin üzerine gelen, o gün konulan hedeflerden uzaklaşan iktidarların doğayı yeterince ciddiye almadığını Van’da, Elazığ’da, İzmir’de ve son olarak Maraş’ta gördük. Doğa bunu felaketler kaynağı olduğu için yaşatmıyor. Verili düzen yıkımı kendi eliyle getiriyor. Bu süreç felaketlerle, depremle insanların başa çıkmasını sağlayabilecek kamusal hizmetleri, kamusal alt yapıları da büyük oranda ortadan kaldırıyor.
“ÜLKEMİZ KAÇIŞI OLMAYAN BİR KRİZİN TAM ORTASINDA”
Özellikle son on yılda yapılan yanlışlar, doğayı kapsamlı bir biçimde metalaştırma bize ağır sonuçlarla geri dönüyor. Eleştirilere kulaklar tıkanıyor, bilim insanları ciddiye alınmıyor. Çılgın projelere devam ediliyor. Betonlaştırma hız kesmeden sürüyor. Etkili politikalar gerçekleştirilmiyor. Atıldığı iddia edilen adımlar ne yazık ki kağıtlarda kalıyor, uygulanmaya konmuyor. Ülkemiz kaçışı olmayan bir krizin tam ortasında. İnanılmaz bir yok oluşa tanık olduğumuz, büyük kayıplar yaşadığımız günlere tanıklık ettik, ediyoruz.
“DEPREMLE KARŞI KARŞIYA KALAN İNSAN, ACI İÇİNDE BAŞKA YIKIMLAR DA YAŞIYOR”
Ülkemizin neredeyse bir köşesi yıkıldı. Binlerce canımız hayatını kaybetti. Bu yok oluşu biz sadece bir deprem felaketi olarak göremeyiz. Tanıklık ettiğimiz şey bir biçimde insanın kendi yaşamsal sisteminin, varlığının yok oluşuna işaret ediyor. Yaşam alanı, geçim kaynağı ortadan kalkan insanlar için de bu kriz başka krizlere sebep oluyor. Geçim kaynağını kaybeden insan, yaşam biçimini, yaşadığı yeri değiştirmek zorunda kalabiliyor. Depremle karşı karşıya kalan insan, bir depremin yarattığı sorunlar karşısında, acı içinde başka yıkımlar da yaşıyor.
“MESELE SADECE DEPREM KRİZİ DEĞİL, KOMPLE SİSTEM KRİZİ”
Burada bir iktidar tercihi ile karşı karşıya da kalıyoruz. Temel mesele bir ‘yönetememe’ hali değil. Yönetim anlayışının bu olduğu ortaya çıkıyor. Bu da krizleri, felaketleri imkân olarak gören bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini yüzümüze vuruyor. Mesele sadece deprem krizi olarak düşünülmemeli, bu komple bir sistem krizi, yaşamsal bir kriz. Deprem eylemsizliği uygulamada devam ederken, kağıtlar üzerinde uyum süreçleri belirleniyor. Canımız kâğıttan kulelere emanet.
“SEYİRCİ OLMAKTAN ÇIKIP DEPREMİ CİDDİYE ALMALIYIZ, SİSTEMİN SÜREKLİ FELAKET YARATAN YIKIM TARZINDA İŞLEDİĞİNİ GÖRMELİYİZ”
Her şey ‘yolundaymış’ gibi davranamayız; ama her şeyin yoluna girmesi için uğraşabiliriz. Seyirci olmaktan çıkıp, depremi ciddiye almalıyız. İçinde bulunduğumuz sistemin sürekli olarak felaket yaratan bir yıkım tarzında da işlediğini görmeliyiz. Bunun karşısında mücadele ederken hakiki bir plana ihtiyacımız var. Gelecek için somut bir sonuç çıkarmalı; somut, gerçekçi adımlar atılmalıyız. 17 Ağustos’un yıldönümünde son yaşadığımız depremler bir kez daha sorduruyor: Şimdi değilse, ne zaman?”