25 Kasım 2024 Pazartesi

Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun elini sıkmadı. AYM Başkanı: “Kararlarımıza imza atanları hedef almayın!” dedi.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 61. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen “Yüzüncü Yılında Cumhuriyet ve Anayasa Yargısı” Sempozyumu bugün Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu’nda yapıldı.

Sempozyumun açılışına Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı.

Anayasa Mahkemesi 61. Kuruluş Yıl Dönümü dolayısıyla, yüksek mahkemenin Yüce Divan Salonu’nda tören yapıldı.

Törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı. Kılıçdaroğlu’nun ardından salona gelen Erdoğan, protokolde Kılıçdaroğlu hariç herkes ile tokalaştı

Sempozyumun açış konuşmasını yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, son dönemde AYM’ye yönelik eleştirilere cevap veren bir konuşma yaptı. Arslan: “Kararlarımızı eleştirmek yerine kararlara imza atanları hedef alan, insaf ve izanla bağdaşmayan, son tahlilde kişisel ve kurumsal itibarı zedelemeye yönelik ithamların da hiçbir faydası olmamaktadır” dedi.

Arslan ayrıca “hak eksenli laiklik” kavramını ortaya atarak AYM’nin laiklikle ilgili konulardaki özel yorumunu açıkladı. AYM Başkanı: Mahkememiz hak eksenli laiklik yorumuyla bir yandan avukatın baş örtülü olduğu için duruşma salonundan çıkartılmasını, diğer yandan da gayrimüslim bir azınlık cemaatinin dini liderinin seçimine devlet tarafından müdahale edilmesini din özgürlüğünün ihlali olarak kabul etmiştir” diye konuştu.

Konuşmasında Atatürk’e de atıf yapan Zühtü Arslan: “Demokratik hukuk devleti olarak cumhuriyet bizden, yargı alanında da diğer bütün alanlarda olduğu gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yargı mensupları ister” dedi.

“Her anayasanın belli bir zaman ve mekan içinde oluşan, gelişen ve yaşayan bir kimliği vardır. Bir milletin geçmişi ile bugüne arasındaki etkileşim, kırılmalar ve süreklilikler bu kimliğin şekillenmesinde etkili olmaktadır. Başka bir ifadeyle anayasal kimlik başta anayasayı yorumlamak ve uygulamakla görevli olan anayasa mahkemeleri olmak üzere hukuksal ve siyasal aktörlerin kararlarıyla şekillenmekte, toplumsal gelişmeler ve ihtiyaçlar dikkate alınmak suretiyle sürekli yenilenmektedir. Bu bağlamda Türk anayasa kimliğinin en önemli unsuru, hukuk devletidir dersek yanlış olmaz.

Anayasa’nın başlangıç kısmı, ikinci maddesi ve 14. Maddesi birlikte okunduğunda, şüphesiz diğer maddeleri de bu kapsamda değerlendirilebilir, şöyle bir Türkiye Cumhuriyeti tanımı ve nitelikleri ortaya çıkmaktadır: Türkiye Cumhuriyeti milli egemenliğe, kuvvetler ayrılığına, adalete ve insan haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Esasen Anayasa’nın kalan kısmı, bir anlamda bu cümlenin hatta hukuk devleti ilkesinin açıklaması mahiyetindedir.

“ANAYASA MAHKEMESİ DE HUKUK DEVLETİNİ ANAYASANIN ANA İLKESİ OLARAK YORUMLAMAKTADIR VE UYGULAMAKTADIR”

Anayasa’nın ikinci maddesinde cumhuriyetin temel nitelikleri olarak belirtilen vasıfların tamamı, aynı zamanda hukuk devletinin nitelikleridir. Anayasa Mahkemesi de hukuk devletini anayasanın ana ilkesi olarak yorumlamaktadır ve uygulamaktadır. Mahkememiz bir kararında hukuk devletinin, Anayasa’nın diğer tüm maddelerinin yorumlanmasında ve uygulanmasında mutlaka dikkate alınması gereken, dikkate alınması zorunlu olan bir ilke olarak ifade etti. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti, aynı zamanda sosyal bir hukuk devletidir. Asırlar önce büyük mütefekkir Farabi, erdemli ya da ideal devletin amacının insanın mutluluğunu sağlamak olduğunu belirtmiştir.

“ANAYASA MAHKEMESİ’NE GÖRE DE SOSYAL DEVLETİN, HERKES İÇİN İNSAN HAYSİYETİNE YARAŞIR ASGARİ BİR HAYAT DÜZEYİNİ GERÇEKLEŞTİRMESİ GEREKMEKTEDİR”

İnsanın mutluluğunu, refah ve huzurunu sağlamak, anayasaların ve tüm devletlerin ortak amacıdır. Nitekim Anayasa’mızın beşinci maddesinde devletin görevleri arasında kişilerin ve toplumun huzur ve refahını sağlamak, bu amaçla ortaya çıkabilecek birtakım engelleri, sosyal hukuk devletiyle bağdaşmayan engelleri kaldırmak sayılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre de kişilerin refah ve mutluluğunu sağlamaya yönelik olarak sosyal devletin, herkes için insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat düzeyini gerçekleştirmesi gerekmektedir.

“BİREYSEL BAŞVURUNUN 10 YILI AŞAN UYGULAMASI, CUMHURİYETİN İLKELERİNİN HAK EKSENLİ BİR YAKLAŞIMLA YORUMLANMASINA VE UYGULANMASINA ÇOK ÖNEMLİ KATKILAR YAPMIŞTIR”

2010 anayasa değişikliği ile bireysel başvurunun, hukuk sistemimize girmesi, insan haklarına dayalı hukuk devletinin daha etkili şekilde hayata geçirilmesi bakımından adeta bir dönüm noktası olmuştur. Gerçekten de bireysel başvurunun 10 yılı aşan uygulaması, cumhuriyetin ilkelerinin hak eksenli bir yaklaşımla yorumlanmasına ve uygulanmasına çok önemli katkılar yapmıştır. Bu katkının en bariz örneğini, laiklik ilkesinin yorumunda görebiliriz. Anayasa Mahkemesi kararlarında laiklik ilkesinin hakim olduğu bir hukuk düzeninde dini tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzının devletin müdahalesi dışında ancak koruması altında olduğu belirtilmektedir. Mahkememiz hak eksenli laiklik yorumuyla bir yandan avukatın baş örtülü olduğu için duruşma salonundan çıkartılmasını, diğer yandan da gayrimüslim bir azınlık cemaatinin dini liderinin seçimine devlet tarafından müdahale edilmesini din özgürlüğünün ihlali olarak kabul etmiştir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, sıklıkla demokratik hukuk devleti terkibini kullanarak günümüzün geçerli demokrasi anlayışı olan anayasal demokrasiye vurgu yapmaktadır. Anayasa’nın başlangıç kısmında egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, egemenliğin kaynağının millet iradesi olduğu ancak egemenliği millet adına kullanan kişi ve kuruluşların hürriyetçi demokrasi ve onun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Bu hiç şüphesiz anayasal demokrasi tanımıdır.

“HÜRRİYETÇİ DEMOKRASİNİN GEREKLERİNDEN BİRİ VE BELKİ DE EN ÖNEMLİSİ TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCE ALTINA ALINMASIDIR”

Kuşkusuz bu anlamda hürriyetçi demokrasinin gereklerinden biri ve belki de en önemlisi temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır.  Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere Anayasa’da yer verilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin gayesi, yetki haklarının aşımının ortaya çıkmasını ve temel hakların ihlal edilmesini engellemektir.

“CUMHURİYETİN İNSAN HAKLARINA DAYALI, ADİL, DEMOKRATİK BİR HUKUK DEVLETİ OLARAK YOLUNA DEVAM ETMESİ, ÜLKEDE YAŞAYAN HERKESİN ORTAK HEDEFİDİR VE OLMALIDIR”

Cumhuriyetin insan haklarına dayalı, adil, demokratik bir hukuk devleti olarak yoluna devam etmesi, ülkede yaşayan herkesin ortak hedefidir ve olmalıdır. Bu hedefin tam olarak gerçekleşebilmesinin biri toplumsal diğeri de hukuksal ve siyasal düzlemde iki şartın gerçekleşmesine bağlı olduğunu düşünüyorum.

“ÖTEKİ OLARAK GÖRDÜKLERİMİZİN ONTOLOJİK VARLIĞINI KABUL ETMEDİKÇE BU SAĞLIKLI İLİŞKİYİ KURMA İMKANIMIZ YOKTUR”

Öncelikle toplumsal düzeyde, bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak durumundayız. Öteki olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı ilişkiyi kurma imkanımız yoktur. Kendimize hak gördüğümüzü ötekine de hak görerek adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil, başkaları için de isteyerek farklılıklarımızla birlikte bir arada yaşamanın iklimini hep beraber oluşturmak zorundayız.

“DEMOKRATİK CUMHURİYETİN GELECEĞİ HUKUKSAL VE SİYASAL DÜZLEMDE KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNİN VE BU KAPSAMDA ÖZELLİKLE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ TAM MANADA HAYATA GEÇİRİLMESİNE BAĞLIDIR”

Diğer yandan demokratik cumhuriyetin geleceği hukuksal ve siyasal düzlemde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve bu kapsamda özellikle yargı bağımsızlığının tam manada hayata geçirilmesine bağlıdır. Belirtmek gerekir ki hangi hükümet sistemi benimsenmiş olursa olsun demokratik anayasalarda yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak, güvence altına alacak özel düzenlemeler yer almaktadır. Bu manada Anayasa’mızın mahkemelerin bağımsızlığı kenar başlıklı 138. Maddesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının esaslarını düzenlemektedir. Bu maddede hakimlerin vicdani kanaatlerine göre karar verecekleri, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere tavsiye ve telkinde bulunmak dahil hiçbir suretle müdahale edilemeyeceği ve mahkeme kararlarının geciktirilmeksizin yerine getirileceği açıkça ifade edilmektedir. Bu haliyle 138. Maddeye demokratik hukuk devletinin sigortası diyebiliriz.

“DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ OLARAK CUMHURİYET BİZDEN, YARGI ALANINDA DA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN İFADESİYLE FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR YARGI MENSUPLARI İSTER”

Demokratik hukuk devleti olarak cumhuriyet bizden, yargı alanında da diğer bütün alanlarda olduğu gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yargı mensupları ister. Diğer yandan bireysel başvuru gibi cumhuriyetin hukuk alanındaki kazanımlarını insan haklarına dayanan devlet olma niteliğini korumak için egemenliği kullanan kurumların iş birliği içinde olması bir gerekliliğin ötesinde zorunluluktur.

“ANAYASA MAHKEMESİ’NE YAPILAN SALDIRILAR, TOPLUMUN YARGIYA GÜVENİNİ SARSARAK EN FAZLA DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİNE VE TÜM KURUMLARIMIZA ZARAR VERMEKTEDİR”

Anayasa Mahkemesi, Mevlana’nın adalet tanımından mülhem her şeyi yerli yerine koymanın çabası içinde sadece ve sadece görevini yapmaya çalışmaktadır. Kararlarımızı eleştirmek yerine kararlara imza atanları hedef alan, insaf ve izanla bağdaşmayan, son tahlilde kişisel ve kurumsal itibarı zedelemeye yönelik ithamların da hiçbir faydası olmamaktadır. Aksine Anayasa Mahkemesi’ne yapılan ağır saldırılar, nihayetinde toplumun yargıya güvenini sarsarak en fazla demokratik hukuk devletine ve onu korumakla görevli olan başta yargı olmak üzere tüm kurumlarımıza zarar vermektedir.”

İlgili Haberler