Bir Hataylı daha doğrusu Antakyalı olarak Suriye gerçeği ile ilgili detaylara çocukluğumdan beri vakıfım.
Halep’te akrabalarımız var, Hama ise Türkmen ağası dedemin eğitim gördüğü yer.
Suriye sorunu bizi daha yakından ilgilendiriyor…
Çocukken evlerimizde Suriye televizyonunun kanalı da yer alırdı.El Ahbar denilen bir saatte (yanlış hatırlamıyorsam akşam ana haberdi) “Seyid-ül Reis Hafız-ıl Esad” diye spikerin bültene başladığı saatti.Arapça bilmeme rağmen dikkatle izlemeye çalışır ve Arapça bilen tanıdık ve yakınlarımdan yardım isterdim.Babam da her Antakyalı gibi çarşıda esnaf olduğu için “pat-küt” Arapçayı bilirdi. Tabi ki okuma-yazma gibi bir yetenek yoktu, çünkü biz Türk kökenliler için Arapça çok zor bir lisandı. Onun için babam da çok da yardım edemezdi ancak hepimiz oraya dikkat kesilirdik.
Aslında çarşıya çıktığınızda hemen sizi bir “çift dilli” toplum karşılardı. Mesela sabahları biz Günaydın derken Ortodoks Rumlar, Yahudiler (onlar da Arapça bilir ve konuşurdu) ve Arap Alevi dostlarımız “Sabah-ıl Hayır” derlerdi. Araya “Şalom” falan da karışır ama bu bizim günlük yaşam çizgimizdi. Ermeni komşu ve dostlarımızın çoğu kuyumculuk ve sarraflık yapar ve zor durumda olan herkesin yardımına koşardı çünkü durumları herkesten iyi olurdu.
Çocukluk yıllarımda (1968-1978) tüm Antakya halkı yazılı olmayan bir toplumsal sözleşme çerçevesinde bir arada yaşardı. Bu sözleşmenin ilk maddesi; “Hiç kimsenin etnik kökeni ya da inancı sorgulanmaz” anlayışıydı. Bu tür ayrımlara gidenler önce ayıplanır sonra toplumda dışlanırdı.
Osmanlı’nın bize kalan mirası olarak Antakya toplumunda “Halepliler” ayrı bir sınıf olarak kendini gösterirdi. Çünkü Halep Antakya için bir “ikiz kardeş” idi. Her nedense bilemem iki kentten bahsederken Antakya için “Halep’in kız kardeşi” derlerdi. Antakya’daki Halepliler; “görgülü”, “görece daha zengin ”ve “daha kültürlü” bir yapı gösterirdi. Antakya’nın halkı genelde esnaftı ancak Halep farklı bir yapıya sahipti.
Antakya’da şimdi yerle bir olan köprü başı dediğimiz Asi nehrinin hemen üzerinde eski Antakya kısmında kalan yerde “Reyhanlı Garajı” adıyla bilinen bir taksi durağı vardı. İnsanlar buradan taksi tutar ve günlük olarak 32 kilometre uzaktaki Halep’e akrabalarını ziyaret etmeye giderdi. Sabah gidilir, akşam dönülürdü. Az da olsa bir iki gün kalan da vardı. Kaldığınız zaman günlük izin dışında biraz daha prosedür gerekiyordu.
Bazen nedeni düğün bazen ise cenaze olurdu…
Yani şöyle dikkatle baktığınızda Halep’in kaderi neyse sanki Antakya’nın da kaderi o gibi dururdu…
Osmanlı döneminin en büyük miraslarından biri buydu. Coğrafya kaderdi ve buradaki coğrafya sınırların ötesinde birbirini tanıyan, birbirlerinin akrabası olan, kız alıp kız verilen bir ortak buluşma noktasıydı.
Onun için Hatay’daki herkes Suriye’de olup bitenleri eli yüreğinde izler. Toplumdaki hem Alevi kökenli yurttaşların hem de Sünni yurttaşların, Yahudi, Ermeni ve Hristiyanların hemen sınırın ötesinde devam eden bir hayatları; akrabaları, yakınları, dostları, komşuları vardı.
Hatay’ın önemli bir kesiminde genelde Suriye’nin yönetimiyle ilgili herhangi bir endişe ya da korku yoktu. Suriye yönetimi genellikle dost olarak bilinirdi. Sadece benim Üniversite için Antakya dışında olduğum 1982 yılında Hafız El Esad Hama ve Humus’u bombalamış binlerce kişi ölmüştü. Yakın aile çevremdeki insanlar Hafız Esad’ın “Sünni” çoğunluğa yönelik bir katliam yaptığını söyleyip öfkelenmişlerdi. Günlerce bu konu konuşuldu ama kimsenin parmağı birlikte yaşadığımız komşularımıza asla dönmemişti. Orası Suriye idi ve Hafız Esad yabancı bir insandı.
Neden bunları anlatıyorum biliyor musunuz…?
Çocukluğumuzdaki her türlü yanlışlıklara eksikliklere rağmen komşu kapısı olan Suriye’nin bugün içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışan bu ülkede milyonların olduğunu size hatırlatmak için…
Türkiye’nin bölgede yapacağı en büyük hata bir etnik ya da mezhepsel çatışmanın taraflarıyla bir arada görüntü verip Suriye’de daha yeni başlayan “Cehennem Ateşinin” Türkiye’ye bu yolla taşınma ihtimalinin giderek arttığını sizlere hatırlatmak için…
Tüm dünya tarafından terör örgütü lideri olarak kabul edilen ve başına 10 milyon dolar ödül konulan HTŞ lideri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanının aynı arabaya binmesinden bahsetmek istiyorum. Hatta arabanın direksiyonunun da Colani denen bu terör örgütü liderine bırakılmasından bahsediyorum…
Hatay’da yaşayan; çocuklarını asker eden, şehit gelen yavrularını bayraklarla ağıtlarla karşılayan Arap-Alevi kardeşlerimi “Sıra sizde” diyerek tehdit etmeye kadar varan Türkiye’deki sığınmacı şımarık HTŞ mensuplarının tehdit ve korkutma çabalarından size bahsetmek için bunları yazmak istedim.
Hiç bir mezhebin üstünlüğü; hiçbir radikal grubun baskınlığı, Ortadoğu’nun gerçeği olarak yüzümüze çarpılan eli kanlı katil sürülerinin yazdığı başarı öykülerinin hiçbir satırı bu ülkede yaşayan halkın huzur ve mutluluğundan daha önemli olamaz ve olmamalıdır….
Bu ülkede hala vicdanı olan, hala aklını kullanabilen, dürüst kalabilen, hala Atatürk’ün ve onun kurduğu cumhuriyetin izinden ayrılmayan tüm yurtseverlerin alarma geçmesi ve ülkesine sahip çıkmaya hazırlanması gerektiğini düşünüyorum…Çünkü bu “Cehennemin Ateşi” Türkiye’ye de sıçrarsa yine Kuvay-ı Milliye ile yollara düşmemiz gerekebilir…
Kaynak: FLASH HABER TV