Hamas’ın siyasi lideri İsmail Heniyye’nin 31 Temmuz’da Tahran’da korsanca bir eylemle katledilmesi, İran yönetimini iki ucu keskin bir bıçağı elleriyle kavramaya zorlayan acı dolu iki seçenekle baş başa bıraktı. Ya İsrail saldırısına karşılık vererek bölgesel savaş dinamiklerini harekete geçirecek ya da misilleme yapmayarak caydırıcılığını yitirecek ve bu durumda İsrail’in yeni saldırılarına kapı aralamış olacaktı.
İran’ın misilleme yapması sadece çatışmanın daha üst düzeye sıçramasıyla sonuçlanmayacak, aynı zamanda ezeli düşmanı İsrail’in provokasyon tuzağına düşerek bir anlamda istediği noktaya gelmesine ve cehennemin kapılarını ardına kadar açmasına yol açacaktı. İran açısından bu ikilemden kurtulmak ise bölgeyi tamamen bir kaosun içine çekecek çatışmalara sürüklemeye mahal vermeyecek şekilde görece daha düşük bir profilli ve kalibre edilmiş bir karşılık vermesiyle mümkün olacak gibi ama bu da oldukça zor. Zira İran’ın dramatik bir tırmanma riski taşımayan seçenekleri yok. İran’ın müttefikleri halihazırda yer yer isabet de kaydeden İsrail’e karşı giderek yoğunlaşan bir saldırı kampanyasına girişmiş durumdalar.
Nitekim Yemen’den Ensarullah’a (Husiler) bağlı Yemen ordusunun gönderdiği SİHA’lar, Telaviv’i vurduğunda yahut Hizbullah füzeleri “Demir Kubbe”yi aşarak İsrail içindeki sivil ve askeri tesislere ulaştığında İsrail hava savunma sistemlerinin iddia edildiği kadar muhkem olmadığı anlaşıldı.
Bu açıdan verilecek bir karşılık, istenen caydırıcı sinyali göndermek için daha fazla çaba sarf edilmesini gerektirecek ve böylece tırmanma döngüsü devam edecek, hatta bu sürecin muhtemelen bir İsrail-Hizbullah savaşına bile yol açması muhtemel görünüyor. İran ve müttefiklerinin doğrudan konvansiyonel saldırısı da açık bir sinyal gönderecektir ancak İsrail’in Nisan ayında İsfahan’a yönelik saldırısı İran’ın nükleer altyapısına yönelik hava saldırıları tehdidi içeriyordu. İsrail, bu tehdidini İran’ın kendisine yönelik bir başka saldırısına karşılık olarak gerçekleştirebilir ki bu da bir başka büyük tırmanma ve daha geniş çaplı bir savaşa doğru atılmış bir adım olacaktır. Bir kez ok yaydan fırlayıp taraflardan biri bir misilleme yaparak bölgesel çatışma fitilini yaktığında artık geri dönüş zor olabilir.
Her iki seçeneğin de risklerle dolu olması İran’ın köşeye sıkıştığı anlamına gelmiyor. İran’ın da elinde değerlendirilmeyi bekleyen kozlar var, ancak şu aşamada ilerlemekte olan Gazze’deki ateşkes müzakerelerinin nasıl sonuçlanacağı beklemeyi tercih ederken kendisini gelişmesi beklenen bir diyalog ihtimalini sabote eden bir aktör konumuna düşürmek istemiyor. Ancak Gazze görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlanırsa o zaman çok daha sert bir yanıtın gündeme geleceği söylenebilir. Öte yandan İsrail işgal yönetimini her an diken üstünde tutmanın karşı tarafta yaratacağı moral tahribatın, daha uzun sürede verilecek bir karşılığın getirilerini de yabana atmamak gerekiyor.
Öte yandan İran’ın diğer kişi diktatörlüğüne dayanan Ortadoğu ülkelerinden farkının nispeten daha kurumsal ve görünüşteki sert ve kırılgan yapısıyla tezat teşkil edecek şekilde oldukça pragmatik bir yapıya sahip olmasıdır. Bunun dışında vekiller üzerinden girmiş olduğu savaşlarda da görüldüğü gibi kendisini doğrudan uluslararası aktörlerle karşı karşıya getirecek atraksiyonlardan kaçınmak, kendisini zor seçeneklerle baş başa bırakmaya çalışan bir takım eylemlere karşı gerektiğinde yanıt vermemek, İran yönetiminin pragmatik yapısını en güzel şekilde ortaya koyan tutumlardır. Bunun en iyi örneği, en üst düzey komutanı Kasım Süleymani’ye yönelik ABD’nin eşkıya usulü suikastına yanıt vereceğini söylediği halde, asla bu suikastla eşdeğer olamayacak oldukça düşük profilli bir eylemle, tek bir Amerikan askerinin ölmediği Irak’taki Aynu’l Esed üssünü vurarak karşılık vermesinde görülür. Bu bir danışıklı döğüş değil, bir hayatta kalma stratejisidir.
İran’ın şu anki stratejisi büyük ölçüde, zaten yapısökümüne uğratılmış istikrarı berhava etmek değil aslında statükoyu yeniden tesis etme amacında. Bir başka ifadeyle İsrail’in geçtiğimiz Nisan ayında Şam’daki İran büyükelçiliğini hedef alarak 2 generali dahil 7 yetkiliyi katlettiği saldırıdan öncesine dönmek ve bölgede uzun süredir devam eden, kurmak için büyük çabalar sarf ettiği denklemi yeniden kurmak istiyor İran. Unutmamak gerekir ki 1979 devriminden bu yana İran kendisini ABD merkezli Orta Doğu düzeninden dışlanan önemli bir bölgesel oyuncu olarak gördü. ABD ve bölgedeki müttefikleri tarafından tehdit edildiğini hisseden İran, savunmacı bir yaklaşım benimsedi ve güvenlik doktrinini toprak bütünlüğüne ve siyasi sisteminin bekasına yönelik tehditleri savuşturmaya dayandırdı. Arap Baharı ayaklanmaları ve ABD’nin 2011’de Irak’tan çekilmesi, İran ve başka bölgesel güçlerin daha fazla esneklik ve manevra kabiliyeti kazanması için bir fırsat yarattı bu süreci iyi değerlendiren İran’ı Orta Doğu’da baskın bir jeopolitik oyuncu haline getirdi.
Sonuç olarak Suudi Arabistan ve diğer Arap devletlerinin İran ile ilişkilerini geliştirme eğilimlerinin artması, İran’ı vazgeçilmez bir bölgesel oyuncu olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Bu vazgeçilmezlik, İsrail’in saldırılarıyla yara alabilir. O nedenle, İran’ın Gazze ateşkes görüşmeleri olumlu sonuçlanması durumunda sessiz kalmasını bir kenara bırakırsak, misilleme yapma dışında bir seçeneği yok görünüyor.
Kaynak: FLASH HABER TV