MURATPAŞA BELEDİYESİ, ZEHİRLENEN SOKAK KEDİSİNİ HAYATA BAĞLADI
Çocuktum… Sinemaya götürmüşlerdi; şimdi artık “101 Dalmaçyalı” olduğunu bildiğim bir çizgi film oynuyordu. Bir takım elinde ağlar, tasmalı sopalar, yakalama filelleri olan adamlar arabalarla köpeklerin peşine düşüyordu ve sokak köpecikleri bir ölüm kalım koşusuyla kaçıp kurtulmaya çalışıyorlardı.
O yaşta anlayamamıştım; belli ki resmi bir görevi olan o adamlar zavallı köpeklerden ne istiyordu?
Büyüdüm; yıllar sonra Paris’i gezerken gördüm ayakları yaralı onlarca sakat güvercini… Bu kez yine anlayamadım ne olduğunu… Ta ki kıymetli heykellerini, kiliselerini korumak için her çatıya, her çite çiviler yerleştirdiklerini görene kadar…
İşte bunun adı da “medeniyet” di.
Geçmişte aynı şeyleri kedilere de yapmışlardı. O yüzden en medeni şehirlerinde sıçanlar ve salgın hastalıklar kol gezmişti ama olsun, sokaklarda hayvanî düzen, disiplin vardı.
Peki bizde nasıldı?
En eski yüzyıllardan bu yana Osmanlı’ya ve sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne gelen yabancı seyyahların hayretle anlattığı şey ülkemizdeki sokak hayvanlarının bolluğuydu. Üstelik insanların onlardan, onların da insanlardan rahatsız olmayışları karşısındaki şaşkınlıkları okunmaya değerdi.
Bu tuhaf “Türkler” hayvanları öldüreceklerine bir de besliyorlardı ya hû!
Dahası camiler yapmışlardı ve kesme taştan camileri daha yaparken aynı malzemeden kuş yuvalarını camiye eklemeyi unutmamışlardı.
Atalarımızın bu marifetini görmek isteyen, gitsin mesela Üsküdar’daki güzelim camileri gezsin.
Şimdi ben size sorayım Batı’da ve bizdeki bu iki farklı tutumdan hangisi gerçekten medenî?
Bu soruya benim cevabımı anlamışsınızdır.
Medeniyet hayata saygı ve “yaratılmışa” sevgi ise ve bunu birlikte yaşamaya dönüştürebilmek ise… Yani medeniyet, insani değerlerin yüceltilmesi ise… Bizim tutumumuz medeni idi.
Şimdi 30 gün sahiplenilmeyen sokak hayvanlarını öldürme kararı almak üzereyiz Meclis’te…
Batılı mânâda medenileşeceğiz yani…
Tuhaf olan şu ki, aynı Batı ard arda çıkarttığı yasalarla başta hayvanların yaşam hakkına yönelik, “eski bize” benzeyen gerçek medenî uygulamalara yöneliyor. Biz ise “Vahşi Batı” yasalarına…
Elbette şu soru sorulabilir: Şimdiki durum sürdürülebilir mi; ortada bir tuhaflık yok mu? Başıboş köpek sürülerine tahammül edilebilir mi?
İyi ama bu sürüler de bizim çarpık modernleşmemizin bir ürünü değil mi? Yani modern hayvan besleme heveleri, sıkılınca sokağa atma bıkkınlığı, belediyelerin görevini yapmayışı, merkezi hükümetin yasal görevleri olan denetimleri –her alanda olduğu gibi- bunda da yerine getirmemeleri.
Gelin isterseniz hiçbir dönemde işe yaramayan “sallandıracaksın Taksim Meydanı’nda 3-5 kişiyi, bak bir daha yapıyorlar mı?” mantığının bir devamı olan, “öldürelim şu sokaktakileri, bak bir daha sürü halinde dolaşıyorlar mı?” güya çözümünü bir yana bırakalım.
Onun yerine merkezi idare, beslenmesi ve ithali yasak köpek cinslerinin edinilmesini gerçekten denetlesin.
Zor da bir şey değil.
Belediyeler hayvan bakım merkezlerini biraz daha arttırsın ve kısırlaştırmaları daha bir ciddi yapsın. Maliyeti sanıldığından çok daha az. Üstelik yüzbinlerce hayvansever bu konuda maddi manevi gönüllü katkıda bulunmaya hazır.
Daha da önemlisi hayvan sahiplenme tıpkı çocuk evlat edinme gibi daha ağır şartlara bağlansın. Siz sonradan bakması zor geldi diye evlat edindiğiniz çocuğu sokağa bırakabiliyor musunuz? Bırakırsanız başınıza ne geliyor?
Devlet ve belediyeler hayvanlara çip ve kimlik kartı ile ilgili mevcut düzenlemeleri ciddi uygulasın. Yasaları uygulmak mı normal, uygulamamak mı?
Ama diyeceksiniz ki kadınların yaşam hakkını, çocukların okuma hakkını, işçinin güvenceli ve iş kazasına uğramaksızın çalışma hakkını korumayan, kollamayan kamu otoritesi hayvanların haklarını nasıl kollayacak?
O zaman şöyle diyelim bari: Bütün mazlumların ve bu arada hayvanların haklarını da hiç değilse mafya çetelerini kolladığınız kadar kollayın.
Bilmem böyle dersek “anlayana sivrisinek saz” olacak mı?
Kaynak: FLASH HABER TV